• resmi ilanlar
Rahmi Tamer Özçelik [email protected]

YAŞLILIK VE YALNIZLIK

29.04.2015 00:00:02

İnternette dolaşırken ilginç bir yazıya rastladım.

Bir internet sitesinde Nafiye Gölbaşı imzasıyla yayımlanmıştı.

Yazıda; 2013 yılının sonlarına doğru Hollanda’nın Rotterdam şehrinde bir evde 10 yıl önce öldüğü düşünülen bir kadın cesedinden bahsediyordu.

Yetmiş dört yaşında öldüğü tahmin edilen kadının tam on yıldır, ne kapısını çalan olmuş, ne de, bir tane olan evladı uğramış eve. Elektriği, suyu, kirası bankaya gelen aylığından kesildiği için, bir alacaklısı olsun gelmemiş kapıya.

Sokağa su boruları döşeyen inşaatçıların o eve girmeleri gerekmeseydi eğer, birkaç yıl daha fark edilmeyecekmiş belki de kadının ölüsü.

Eve giren polis, evdeki yaşamın 2003’te bittiğini söylemiş.

Düşünsenize on yıl boyunca binlerce insan geçmiş o kapının önünden. Hiç kimse ne koku duymuş ne de bir börtü böcek görmüş ortalıkta.

Herkes kendi işine gücüne bakmış.

Yazar aynı yazıda bu umursamazlığın, bu acınası halin nedenlerini de sorguluyor.

Özellikle gelişmiş Avrupa ülkelerinde sosyal devlet anlayışının oldukça gelişmiş olması, emeklilerin devletten yeterli maddi katkıyı almaları, onları kimseye yük olmadan yaşamaya itiyor. Maalesef bir süre sonra da neredeyse, toplumda görünmez bir hale geliyorlar. Yaşamlarını o kadar asgariye indiriyorlar ki, deyim yerindeyse, kendi kabuklarına çekiliyorlar.

Herkesin kendisine göre işi gücü, bir düzeni, yaşaması gereken hayatı olduğu için, zaten çok fazla olmayan çocukları da fazla gelmiyorlar ziyaretlerine.

Tüm bunlara rağmen, bizdekinin tersine, bu durumdan şikâyet etmiyorlar yaşlılar. Herkesin kendi hayatı var, diyorlar. Bunun sonucu da pencere önünde geçirilen bir yaşam oluyor genelde.

Çok zor öyle değil mi? Peki biz ne durumdayız?

Aslında biz oldukça farklıyız. Yaşlılara saygı göstermek bizim kültürümüzün en önemli bir parçalarından biri.

Çoğumuz; ister erkek olsun ister kadın, göremesek bile anne babalarımızı gün aşırı aramadan duramayız.

Onların hayır duası bizim için en büyük zenginliktir. Zaten bu memleketi, bu kadar yolsuzluğa, bu kadar gelir adaletsizliğine, bu kadar yoksulluğa rağmen ayakta tutan da budur.

Anneler babalar çocukları bir iş buldu mu üçe beşe bakmaz şükreder. Onların rahat yaşaması için ölene kadar elinden ne geliyorsa yapmaya çalışır.

Allah korusun çocuğunun başına bir şey gelirse, torununa bakmayı kendisine bir görev bilir. Asla onu aç ve açıkta bırakmaz. Bunu bildiğimiz için de devletten beklentilerimizi asgariye çeker, yapılanları pek sorgulamayız.

Ancak değişen sosyo-ekonomik koşullar ve üretim ilişkileriyle Türk aile yapısında da değişiklik olmaya başladı. Özellikle de kapitalizmin borazanlığını en iyi şekilde yapan medya sayesinde.

Büyük şehirlerde yeni bir gündelik yaşam, yeni bir kültür inşa edilmeye başladı. Modernleşme adına tamamen tüketime odaklı bir yaşayış tarzı geliştirildi.  Gördükçe ve tükettikçe daha çok kazanma, daha çok çalışma hırsı peydahlandı.

Hayatı daha hızlı yaşamaya başladık. Öncelik sıralarımız değişmeye başladı.

İşte bu sayede yaşlılarımıza, büyüklerimize açık açık söylemesek de şu mesajı vermeye başladık:”Kusura bakmayın, çevreye ayak uydurabilmek adına daha çok kazanmalı daha çok çalışmalıyım. Çocuklarımı dünyaya uyumlu yetiştirmeliyim. Bu arada bir de sizinle ilgilenemeyeceğim.”

Emin olun onlarda bu mesajı çok iyi almaya başladılar. Yukarıda da belirtildiği gibi kimseye yük olmadan yaşamaya çalışıyorlar.

Yazarın dediği gibi; En büyük yalnızlık insanın kendi içindeki yalnızlığıdır. Görülmediğini bilen insan, yaşar sayar mı kendisini?

 

 

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Yazarın son yazıları

Yazarın TÜM YAZILARI

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: