• resmi ilanlar
M. Cengiz Poyraz [email protected]

ŞEMS-İ TEBRİZÎ

10.12.2013 00:41:37

 

 Büyük arif Muhammed Şemseddin, yaradılışı itibarıyla üstün vasıflarla bezenmiş, Allah vergisi yüksek bir kabiliyetle doğmuş Allah âşıklarından, ilâhî aşk şarabiyle başı dönmüş hakikat ve mânâ ehli erenlerdendir.

Hicretin altıncı yüzyılında Tebriz'de dünyaya geldi. Daha çocukluk ve ilk gençlik çağlarında bile yaşıtı olan çocuklarından tamamen farklı bir kişilikte idi. Çok hareketli ve coşkun bir yapısı vardı.

Yaşadığı çağın değer ölçülerini aşan gayet ileri görüşlü bu üstün çocuk,  kendinden şöyle bahseder: “Henüz erginlik çağına girmemiştim. Aşk deryasına daldım mı, 30–40 gün hiç bir şey yiyemezdim; istekten kesilirdim, günlerce açlığa susuzluğa katlanırdım.”

  Babası onun bu halinden Çok endişelenir oğlunun diğer çocuklar gibi davranmıyor olmasından korkardı. Bir gün küçük Şemseddin’e çıkıştı, “Oğlum,  ben senin bu halinden bir şey anlamıyorum;  senin bu halinin sonu nereye varacak? Korkuyorum ki bu davranışlar seni felâkete götürecek. Sende herkes gibi davransan olmaz mı?”

 Şems şöyle dedi: “Baba! Seninle benim baba oğul ilişkimiz neye benziyor biliyor musun? Bir tavuğun altına tavuk yumurtalarıyla beraber bir de kaz yumurtası koymuşlar. Vakti gelip de civcivler çıktığı zaman bunlar hep birlikte analarının arkasına düşüp geziyorlarmış. Dolaşırlarken yolları bir dere kenarına rastlamış.

 Kaz yumurtasından çıkan civciv dereyi görür görmez hemen kendisini suya atmış. Bunu gören ana tavuk, eyvah yavrum boğulacak diye çırpınıp feryat etmeye başlamış.

Hâlbuki kaz yavrusu dala çıka neşe içinde suda yüzüyormuş. İşte bizim durumumuz da buna benziyor.  Baba ben kaz yavrusuyum. Endişe edip durma.”  

           Büyük arif Tebrizli Muhammed Şemseddin, bazı yanlış görüşlü tetkikçilerin sandığı ve bize tanıttıkları gibi basit bir Bâtıni dervişi değildir. O yüzyılların yetiştirdiği büyük mürşitler arasında üstün vasıflarla yaratılmış eşsiz bir ariftir.

          Tebrizli Şemseddin yaşadığı zamanın en yüksek İslâmî bilgilerinde, tefsir, hadis, fıkıh, felsefe ve kelâm bilimlerinde yeter derecede ilerlemiş olduğunu ve dört mezhebin fıkıh esaslarına da aşina bulunduğunu ve bu cümleden olarak Şafiîlerin meşhur beş kitabından Tenbih adlı eseri de incelediğini gösteriyor.

          Şems'in, Arap edebiyat ve filolojisinde de üstün bir bilgiye sahip olduğunu anlıyoruz. Yıllarca Suriye'de Halep ve Şam gibi büyük şehirlerde yaşadığı, Araplarla ilişki kurduğu, onların dillerini gayet iyi bir şekilde konuşup yazdığı Makalât adlı eserindeki  yer yer Arapça pasajlardan anlaşılmaktadır.                                                                                                                                  

Şems’in ilk derslerini Tebriz'de, Ebûbekr Sellebaf (Sepetçi Ebubekir) adında bir mürşitten almıştır. Şeyhi şems’deki olağan üstü halleri görerek ona özel bir ihtimam göstermiştir.

Şems'in Sultan Veled'e anlattığına göre çocukluk günlerinde Allah'ı eşyada müşahede eder, melekleri, yerlerde ve göklerde birçok olayları görür, herkesi de kendisi gibi bunları görüyor sanırmış. Ama sonradan anlamıştır ki bunları başkaları göremiyor. Şeyh Ebubekir de bunları herkese söylemesini yasaklamış.

        Şems Konya'ya nasıl ve niçin geldiğini şöyle anlatıyor:    Allah'a yalvardım. Yarabbi beni kendi velilerinle tanıştır, onlarla yoldaş et dedim. Rüyamda, “Seni bir veliyle yoldaş edelim,” dediler. O veli nerededir? Diye sordum. Onun Rum diyarında (Anadolu'da) olduğunu söylediler. Ancak “Henüz vakti gelmemiştir, her işin bir zamanı var,” dediler”

        Şems’e rüyasında vaat edilen kişi Mevlana’dır O içindeki coşkun hisleri aktaracak derin ve geniş bir gönül aramaktadır. Aradığını da Mevlânâ Celâleddin'de bulmuştur. Şemsin Konya’ya gelişi 642. hicret yılının Cemaziyelahır ayının yirmi altıncı günüdür.(M. 1244 yılının Ekim ayı)

Şems'le Mevlânâ'nın buluşması, ona, sanki kaybettiği değerli bir mücevheri Şems'in şahsi manevisinde yeniden bulmasına fırsat vermiştir.                                                                                                                      

 O, Şems'in kudretli kişiliği önünde öylesine mest ve coşkun bir hale gelmişti ki, bütün normal işlerini, müftülük, müderrislik, vaizlik gibi meşgalelerini bir tarafa, iterek artık Şems'in pervanesi olmuştu. Dış âlemle ilişkisini kesmiş, artık başka bir âleme dalmıştı. Gözü kulağı Şems'in sohbet ve irşadında, hep onun işaretlerine dönük, hep onunla göz göze diz dize idi.

Şems Mevlana’yı şöyle tarif eder: “Dünyanın hiç bir yerinde Mevlânâ'nın eşi ve benzeri yoktur. Bütün fenlerde, temel bilgilerde, din bilgisinde, gramer, sentaks, mantık ilimlerinde en büyük uzmanlarla kuvvetle konuşur, tartışır; onlardan daha üstün, onlardan daha zevkli, onlardan daha lâtiftir.

Gerekirse, gönlü isterse, üzüntüsü engel değilse ve konunun tatsızlığı sebep olmazsa, hepsinden daha yetkili konuşur. Ben akıl yönünden bilinmesi gerekli bu bahislerde yüz yıl uğraşsam ondaki ilim ve hünerin onda birini elde edemem. Hâlbuki o kendisini bilmezlerden sanır ve öyle zanneder.                                                                                                                    

Benim önümde, beni dinlerken, nasıl anlatayım, ayıptır söylemesi, babasının önüne oturmuş iki yaşında bir çocuk yahut Müslümanlığa dair hiç bir şey işitmemiş dönme bir Müslüman gibi öylesine utangaç bir hal alır.” (Şems-i Tebrizî, Konuşmalar, M. 77.)

Şems’in bu sözlerinden anlaşılan odur ki Mevlana’da Şems’den aşağı değildir. Kimin, kimi irşat ettiğini ancak Allah bilir.

     Gam ve telaş sizlerden uzak olsun efendim.

     Huzur bulun, hayırla kalın.

 

 

 

 

 

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Yazarın son yazıları

Yazarın TÜM YAZILARI

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: