• resmi ilanlar
M. Cengiz Poyraz [email protected]

RAF ÖMRÜMÜZ UZUN OLSUN!

01.10.2013 18:18:47

     (Önemine binaen mutlaka okuyun.)

      Sunay Demircan’ın internette okuduğum iki yazısından yaptığım alıntıları okuyucularımla paylaşmak istedim. Bu önemli tespitleri için kendisine teşekkür ediyorum.

 

     “Yeşil sapları, şık karton kutuları, minik-yeşil etiketleri; Tek renk, tek ses, tek yürek halleri; yüksek fiyatlarıyla tezgâhların yıldızı, kan kırmızı domatesler. Yiyeceksiniz!   Zira onlar, modern dünyanın gurur kaynakları.

 

    "Tatmin olma" duygusu köreltilmiş, "yeter" sözünü defterinden çoktan silmiş insan evladının zekâ ürünleri onlar. Onlara şimdi domates diyorlar. Devasa seralarda, tümüyle bilgisayar kontrolünde, topraksız koşullarda (su kültürü) yetişiyorlar.

 

     Her birinin köküne birer serum hortumu bağlı, damla damla dökülüyor azotlar, fosforlar, kalsiyumlar.  Hava mı lazım?   Pompalar var, suyun içine gerektiği kadar hava basıyor.

Güneş mi lazım? Cıvalı ampuller var, fotosentezi artıran yüksek basınçlı ışık basıyor.

 

    Kuş mu lazım?  Aşk olsun!  Zamanı gelince, salınıyor bambus arıları içeri; dölleniversinler, kurda-kuşa muhtaç olmadan.

 

    Çünkü onlar doğanın güvensiz derbederliğine terk edilemeyecek kadar değerliler.  Onlar, öbür dünyaya giderken yanımızda götüreceğimiz yatlar, katlar, plazmalar, plazalar...

 

    Hâlâ markettesiniz. Süt içip kemikleri geliştirmek gibi bir inancın peşinde dolaşıyorsunuz raflarda. O beyaz sıvının içinde protein, vitamin, bir sürü bakteri, mineral filan olduğunu düşünüyorsunuz.

 

    Nasıl söylemeli, bilmem ki?  Aramızda kalsın ama onun içinde artık bir şey yok! Adana’da çiftçilerle çalışıyoruz. Yaz güneşi altında soğutması olmayan tankerle süt topluyorlar  mandıralara.     Şoföre soruyorum “bozulmuyor mu bu sıcakta süt?” 

 

     “Abi, tankere iki bardak hidrojen peroksit döküyorum, akşama kadar bir şey olmuyor.”

     Hidrojen peroksit dediği şey kadınların saçlarının rengini açmak için kullandıkları bir kimyasal. Çok kötü değil, sadece canlıları öldürüyor. Süte koyunca faydalı, zararlı bütün bakteriler ölüyor, geriye bozulacak bir şey de kalmıyor. Doğala özdeş süt!

    Bakın Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nden Prof. Dr. Ahmet Aydın ne diyor?

 

   "Süt sağlıklı bir içecekken, raf ömrünü uzatmak için pastörizasyon, yüksek ısı uygulaması (UHT) ve homojenizasyonla çok zararlı bir ürün haline getiriliyor. Bu işlemlerle sütün içindeki tüm bakteriler öldürülüyor.

 

    Pastörizasyon, sütün vitamin ve mineralle zenginleşmesini engelliyor, sindirim enzimlerini tahrip ediyor, tahrip olan ve sindirilmeyen protein parçacıkları, bağırsaktan kanımıza geçiyor, vücut da bunları düşman olarak algılıyor ve bağışıklık sistemini tahrip ediyor. İnsan vücudu tahrip oluyor ve alerjik hastalıklara, bağışıklık sistemi hastalıklarına, romatizmal hastalıklara neden oluyor. Çocuklarda görülen kronik orta kulak iltihabının altında da süt kullanımı vardır...".

    Hadi bunları geçtik bir kalem. Siz o sütü veren ineğin başına gelenlerden haberdar mısınız?

    İnek inek olmaktan çıkalı çok oldu. Önüne konan her şeyi yiyen, bol hormon ve antibiyotikle ayakta durabilen, deri kaplı et parçaları onlar. Günde 100 kilo süt (!) veren inek yaptılar. Ne demek biliyor musunuz bu?

 

    Markete üzüm gelmiş.Kırmızı, iri, dipdiri şeyler. Erik gibiler maşallah! Nereden geliyor bunlar?

    Şili'den.

    Şili mi?

    Evet!

    Kaç gündür buradalar?

    3-5 gün oldu.

 

    Düşünün, Şili'nin bir köyünde topluyorlar bunları. Uzun yolculuklar sonunda bizim markete kadar geliyor. Bir süre de manav reyonunda  bekliyor. Alıyorsun eve getiriyorsun, evde de 3-5 gün daha, bana mısın demiyor. Hala kütür, kütür. İyi ama nasıl?

 

    Şahane şeyler var, adına ilaç diyorlar. Üzümlere verilen bu ilaçlardan birinin etiketindeki faydaları sayalım mesela:    Dane büyüklüğünü arttırır, Dane ağrılığını arttırır, Dane şeklini daha düzgün olarak değiştirir, Tam olgunlaşmadan daneye parlak sarı yeşil rengini verir.

 

   Dayanıklı ve dirençli kabuk sayesinde hasat ve hasat sonrası olabilecek yaralanmalar en aza iner, hastalıklara direnç katar. Kullanım dozu yükseldiğinde sofralık üzümlerde hasadı geciktirir.         Raf ömrü uzar.   Nedir bu?  Sitokinin. Büyüme hormonu.

    Bakın şu şansa ki, sitokinin insanda da aynı işe yarıyor. Sonra anneler şikâyet ediyorlar  “ee benim çocuk erken kıllanıyor!”

    Bu dünya böyle hanım abla, sen üzümü alırken kıllanmazsan, çocuğun kıllanır.

    Geçenlerde iki kutu Kayseri mantısı aldım, eve getirdim koydum dondurucuya. Bir ay sonra yemeğe kalktık, baktık mantı acılaşmış. Niye ki? Et mi bozuldu?

    Etin bozulması mümkün değil, çünkü et yerine soya kıyması kullanıyorlar, içinde et olan mantı neredeyse kalmadı. Acılık içindeki azot gazından geliyor. Raf ömrü uzasın diye paketlenme aşamasında azotu basmışlar mantıya.

    Bir bilgi daha: O, mantının raf ömrü uzasın diye içine konan azot gazı zamanla gıda zehirlemesine yol açıyor. Bunların hepsi doğayla özdeş gazlar. Onlara “gıda gazı” diyorlar.     Azot gazı da, oksijen de istenmeyen durumlarda inert atmosfer oluşturarak gıdaların kısa sürede bozulmasını önlüyor.

    Mesela, taze etlere de oksijen gazı veriyorlar ki, hep taze, kıpkırmızı görünsün raflarda. Yasal bunlar, girin internete “gıda gazı” diye yazın, görün neler yediğinizi.

     Diyebilirsiniz ki, "hep olumsuz tarafından bakma, bu gelişmeler olmasa açlığın önüne geçilemez". İyi ama açlığın nedeni gıda üretimindeki yetersizlik değil ki! Tam tersine, bugün dünyada gıda üretiminde fazlalık var. Öyle ki, tüm üretilen besinleri toplayıp, dünyadaki insan sayısına bölseniz, kişi başına günlük 2 kilo gıda düşüyor. Bu hepimizi besler de, yusyuvarlak bile yapar.

 

    Sorun gıda üretiminin yetersizliği değil, aç olanların gıda alacak paralarının olmaması. Ama daha da vahimi, biz de o süt, domates, üzüm gibi oluyoruz. .

  Temel problem şu ki: İnsan doğa ilişkisi değişti.    İnsan yeni bir doğa kurgusu yaptı, kendini doğanın dışına aldı, doğayı alınır-satılır mal yaptı, sentetikleştirdi ve tüketime sundu. Hal böyle olunca, insan kendinin doğal bir varlık olduğunu unuttu.

    Neye ağlayıp, neye güleceğimizi birileri bize anlatıyor. Kimi sevip, kimden nefret edeceğimizi de.  İnsan ilişkilerini artık klavye ve monitör üzerinden kuruyoruz. Gün geliyor, öldürüyoruz.    Adına "bilgi" dedikleri rafine verilerle zihnimizi doldurup, enselerinde barkot yapıştırılmış mamul ürünler oluyoruz.

 

    İnsanlar İnternetten pantolon, ayakkabı, peynir, arkadaş ve sevgili edinmeyi marifet bildi. Optik kabloların sunduğu hayatı da hayat bildi.

 

    İnsan artık bu Ne diyelim?

    Doğala özdeş!

    Raf ömrümüz uzun olsun!

 

    NOT:  Direnmek lazım. Bakkalı, manavı, kasabı, süpermarkete karşı korumak lazım.  Semt pazarlarını kullanmak, pazarcı esnafıyla dostluk kurmak köylüden alışveriş yapmak lazım. Hijyen, reklam, ambalaj illüzyonuna teslim olmamak lazım.”

 

   Gam ve telaş sizlerden uzak olsun efendim.

   Huzur bulun, hayırla kalın.

 

 

 

 

 

 

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Yazarın son yazıları

Yazarın TÜM YAZILARI

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: