• resmi ilanlar
Fevzi Saçlı

KISA GÜNÜN KARI

07.07.2012 00:43:50

 

 Gezgin satıcı diye isimlendirilen çerçiliğin günümüzde ortadan kalkmasına rağmen Anadolu’nun bazı köşelerinde, hala devam etmektedir.

İşte, yedi çocuğunun nafakasını temin için  bu mesleği icra etmeye devam eden Ömer ağa da, hemen hemen her gün köyündeki evinden, elinde satış yaptığı ticari mallarını koyduğu büyük bir torba ile bir gün önce köylerden topladığı bir sepet yumurtayı da alarak, hanımıyla vedalaştıktan sonra okula gidecek olan çocuklarını da yanına alarak çıkar, çocuklarını okula bıraktıktan sonra köyünden geçen belediye otobüsüyle öncelikle, satışını yapacağı mallardan eksilenleri tamamlamak ve de yanında götürdüğü köy yumurtalarını pazarlamak için direk ilçeye giderdi.

Ömer ağa, bir iş adamının yeteneğinin, bir malı çok olan yerden alıp değerli olduğu yere taşımak olduğunu bilen bir esnaftı. Onun için köylerde bol, fakat bol olduğu kadarda ucuza olan köy yumurtalarını günü birlik toplayarak değerini bilenlere arz ediyordu. Yumurtanın yanında bazen tavuk da götürüyordu. Ömer ağa şehirde belirli bir müşterileri kitlesi de edinmişti. Hem onlardan mal alıyor hem de onların verdiği siparişleri alarak, onlara köylerden yumurta ve tavuk topluyordu.

Bedava peynirin sadece fare kapanında olduğunun bilincinde olan Ömer ağanın hayatı koşuşturmayla geçiyordu. Yedi çocuğu olduğu için buna da mecburdu doğrusu.

Ticaret; başka insanların ceplerindeki parayı kibarca alabilme sanatı olduğuna göre Ömer ağanın yaptığı işin anormal bir tarafı da yoktu.

Ömer ağa bu günde şehre gelmiş, ihtiyaç hissettiği malzemeleri temin ederken, elindeki sepette, köylerden topladığı yumurtaları da, mal satın aldığı esnaflar ile o esnafların komşuları olan diğer esnaflara da satan Ömer ağa, yumurtaların tamamını sattıktan, ve de ihtiyaç hissettiği malzemeleri de alarak köylere dönmek için köyün otobüsünün kalktığı garaja doğru yürüdü.

Ömer ağanın her günü böyle geçiyordu. Elinde yumurta dolu sepetle, Ömer ağanın geldiğini gören esnaflar köy yumurtası alabilmek için onun yanına koşuyorlardı.  

Ömer ağa köylerden topladığı yumurtaları kısa bir sürede oradaki esnaflara sattıktan sonra da alacaklarını alıp tekrar alışveriş yaptığı köylere dönmek için belediyenin otobüsünün hareket saati gelinceye kadar otobüsün garajı yanındaki kahvehaneleri dolaşırdı.

Bu işe başladığından beri şehre her gelişinde alacaklarını aldıktan sonra mutat bir şekilde kahvehanelerde şöyle bir tur atardı. Hatırı sayılır derecede de tırnak makası, çakı vs satışı yaptığı da olurdu.

Ömer ağanın torbasında yok diye bir şey yoktu. Adeta cıfıt çarşısı gibiydi. Aspirin Gripinden tutunda örgü tığlarına kadar ne ararsan bulunurdu. Bu mallarını bazen nakit parayla verdiği gibi bazen de ilkel toplumlardaki gibi yumurta veya tavukla takas ederek veriyordu. Bazen takas olarak aldığı tavuğu daha mahalleden çıkmadan bir diğer insana sattığı da oluyordu.

Yine böyle bir gün köyünden çıkıp otobüsle ilçeye gitmiş. Köylerden topladığı yumurtaları satmış, satış yapacağı malları da alarak komşu köye giden otobüsün hareket saatini bekliyordu. Hareket saati pek de yakınmış ki otobüs geldi. Ömer ağa da orada köye gitmek için otobüs bekleyenlerle otobüse bindi.

Ömer ağayı o köyde tanımayan yoktu. Onun için Ömer ağaya köye girişte şoför, “Ömer ağa sen nerede ineceksin” diye sordu. Ömer ağada “Beni kervansarayın yanında indir” dedi.  Orada inenlerle Ömer ağa da indi.

Eşyalarını aldıktan sonra euzu besmele çekerek köyün girişindeki mahalleden başlamaya karar verip denize girer gibi girdi o mahalleye.

En uçta oturan Kadriye hanımla karşılaştı. O da komşudan dönüyormuş. Selamlaştılar, sonrada Kadriye hanım geçen günkü alışverişten kalan elli kuruş olan borcunu vermek istiyordu. Ama üzerinde de para yoktu.

Bunun için Ömer ağaya dönüp “Ömer, şu benim horozu sana vereyim de borcumdan da kurtulayım bari. İnan seni gördükçe rahatsız oluyorum ağam.” diyerek torunlarına dönüp “Çocuklar şu horozu yakalayıverin” dedi. Ömer ağaya da “Sen şurada beş dakika oturuver” dedi. Ömer ağa “Ayıp ediyorsun Kadriye bacı. Sakın öyle düşünme” diyordu ama bir yanda horozun yakalanmasını bekliyordu.

Çok geçmeden çocuklar horozu yakalayıp getirdiler. Kadriye bacı yakalanan horozu çocuklardan alıp Ömer ağaya, “Bu horozu kaça sayacaksın” deyip uzatınca, Ömer ağa horozu eline alıp bir oraya bir buraya çevirdikten sonra Kadriye hanıma dönerek, “Ya Kadriye bacı bende dışarıdan bakınca bayağı etli butlu bir şey sanıyordum. Meğer bu bir deri bir kemikmiş. Aynı zamanda bu horoz hasta herhalde. Elimde ölmeseydi bari” diyerek horozu ucuza kapatmak için Ömer ağa, doktorun ümitsiz hastası için yakınlarına  “Allahtan ümit kesilmez ama ne kadar yaşarsa o kar sayılır. En iyisi siz bu hastanızı alıp evinize götürün. Hiç olmazsa emmi ve dayısıyla helalleşe helalleşe ölsün” dediği gibi talkın veriyordu adeta.

Ayaküstü yarım saatten fazla süren pazarlıktan sonra Ömer ağa horozu iki liraya satın aldı. Elli kuruş borcunu düştükten sonra Kadriye ablaya da bir buçuk lira vererek oradan ayrıldı. Mahalleyi iyice, ince eleyip sık dokuduktan sonra köyün içine geldi. Hem bir şeyler atıştırmak hem de kahveleri turlayarak bir şeyler satmaktı maksadı.

Kahvede Ömer ağa alış veriş için gezerken, Ömer ağanın elindeki horozu gören kahveci Halil, “Ömer ağa bu horozu satar mısın” dedi? Ömer ağa değer fiyatını bulduktan sonra neden satmasın ki. Hemen geriye dönüp baktı. Teklifi yapan kahveci Halil idi. Ömer ağa ona “Tamam satayım” dedi. Pazarlık başladı.

Bu pazarlığa, kahvedekilerde iştirak ettiler. Satın alırken bir deri bir kemik, hem hasta herhalde dediği horozu, Karslının, çalınan tavuğunu tarif ettiği gibi hatta daha fazla methediyordu Ömer ağa. Karslının;

Benim tavuğum çil çil idi

Kanatları tel tel idi

Toyuk değil bir fil idi 

Seni yanasın toyuğu tutan,     

dediği gibi,

 

Ömer ağada horozu fil yapıyordu adeta. Övdükçe övüyordu. “Ben bunu, yarın sana dediğim fiyatın en azından beş lira daha fazlasına satarım” diyordu da başka bir şey demiyordu.

Neticede uzun pazarlıklar sonunda Ömer ağa ile Kahveci Halil on liraya anlaştılar. Ömer ağa on lirasını alıp cebine indirdikten sonra horozu Halile bırakıp diğer kahveleri de gezmek için Halil’in kahvesinden ayrıldı.

Öğleleri kahvehanede ayaküstü bir şeyler atıştırdığı için, öğle yemeğine hiç eve gitmeyen Halil, horozu da bahane ederek öğle yemeği için eve gitmeye karar vermişti.

Fırından bir ekmek getirtip, horozu da kahvehaneden alarak evin yolunu tuttu. Kadriye hanım evde idi. Öğle yemeği için hiç eve gelmeyen Halil’i karşısında görünce Kadriye hanım çok şaşırdı. “Hayırdır oğlum Halil” diye sormadan da edemedi. Halil de “Bir şey yok ana. Eve yemek yemeye de gelmeyecek miyiz yani? Bak gelirken sana bir de horoz alıp getirdim” deyince, Kadriye hanım bir horoza, bir de Halil’in yüzüne baktıktan sonra, “Bunu nereden aldın Halil” dedi? Ve de arkasından da, “Bu horozu iki saat önce Ömer ağaya ben satmıştım” dedi. Bunu duyunca Halil de bozulmuştu. Ama hiç bozuntuya vermedi. Ama anasına dönerek, “Ana hiç horoz horoza benzemez mi Allah aşkına? Madem benim sattığım horoz diyorsun peki ama kaça satmıştın” diye sordu? “İki liraya” deyince Halil kafayı yiyecekti adeta. Çünkü kendisi de on liraya almıştı aynı horozu Kadriye Hanım, oğlu Halil’in kendini yanılmakla itham ettiği için Halile dönüp, “Bu benim sattığım horoz diyorum. Ama bana inanmıyorsun. Getirdiğin horozun ayaklarını çöz de bakalım. Bak nereye gidiyor’’ dedi.

Bunun üzerine Halil horozun ayaklarını çözüp onu bıraktı. Horoz koşa koşa bahçede gezen diğer tavukların yanına gitti. Gitmekle kalsa iyi, üstüne üstlük; “Arkadaşlar bakın ben yine geldim” dercesine kanatlarını çırpıştırarak ötmeye başladı.

Halil de inanmıştı bu horozun kendilerinin horozu olduğuna ama tavşan çoktan yamaca geçmişti ne yazık ki.

HOŞÇA KALIN

 

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Yazarın son yazıları

Yazarın TÜM YAZILARI

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: