• resmi ilanlar

RAMAZAN SOHBETLERİ

12/06/2016 11:00

Bolu İl Müftülüğü vaizlerinden Harun Bakan ve Kadir Öztürk'ün hazırladığı ‘Ramazan Sohbetleri'nin bu gün kü bölümü Bolu Express'te

KAZA, KEFFARET, FİDYE, ISKAT-I SAVM

Kazaya kalan ramazan oruçları nasıl tutulmalıdır?

Ramazan ayında tutulamayan oruçların ve başlanıp da bozulan oruçların kaza edilmesi gerekir. Kur’an-ı Kerim’de; “İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutar.” (Bakara 2/184) buyrulmaktadır. Kaza oruçlarının aralıksız tutulması hakkında herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Bu itibarla, kazaya kalan oruçlar, oruç tutulması yasak olan günler dışında, ardı ardına veya ayrı olarak tutulabilir. Ancak bu oruçların, geciktirilmeden bir an önce tutulması uygun olur. Çünkü bu bir borçtur, hemen ödenmelidir. Ayrıca insanın ne zaman öleceği de belli değildir.

Bozulan vacip ve nafile oruçların kazası gerekir mi?

Nafile oruç, kişiye farz veya vacip olmadığı halde, gönüllü olarak Ramazan ayının dışında tutulan oruçtur. Nafile de olsa, başlanan bir ibadetin tamamlanması gerekir. Bu nedenle diğer nafile ibadetlerde olduğu gibi, bozulan nafile orucun da, kaza edilmesi Hanefîlere göre bir gerekliliktir (Merğinânî, el-Hidâye, I, 127). Adanan orucun (nezir orucu) tutulması vaciptir. Vacip orucun bozulması halinde de kaza edilmesi gerekir (Merğinânî, el-Hidâye, I, 127, 132).

Orucu bozup sadece kazayı gerektiren durumlar nelerdir?

Yolculuk, hastalık gibi meşru bir mazerete dayalı olarak bozulan orucun, sadece kazası gerekir. Ayrıca, abdest alırken boğaza su kaçması gibi kasıt olmaksızın yemek-içmek; çiğ pirinç gibi beslenme amacı ve anlamı taşımayan, yenilip içilmesi mutat olmayan veya toprak gibi insan tabiatının meyletmediği şeylerin yenilip içilmesi orucu bozup, sadece kazasını gerektirir (Merğinânî, el-Hidâye, I, 123-124).

Keffâret, adak veya nâfile oruçların başlanıp bozulması durumunda kazâ edilmesi gereklidir.

Ramazanda bir mazeret olmaksızın tutulmayan oruçlar, gününe gün kaza edilir. Ancak mazeretsiz olarak Ramazan orucunu tutmamak büyük günahtır.

Şehvetin normal cinsel birleşme dışında tatmin edilmesi, ağza giren yağmur, kar veya dolunun isteyerek yutulması, abdest alırken veya denizde yüzerken suyun kasıtsız olarak yutulması, kasten ağız dolusu kusulması durumunda da bozulan orucun kaza edilmesi gerekir (Merğinânî, el-Hidâye, I, 124).

İmsak vaktinin girip girmediği konusunda şüphesi bulunan kimse yiyip içmeye devam ederken o esnada ikinci fecrin doğmuş olduğu ortaya çıksa oruç bozulur ve kazâ edilmesi gerekir. Aynı şekilde güneşin battığını zannederek iftar ederken güneşin henüz batmadığı anlaşılsa yine kazâ gerekir (Merğinânî, el-Hidâye, I, 129).

Unutarak yiyip içtikten sonra orucunun bozulmuş olduğu zannıyla veya gece niyetlenemeyip gündüz niyetlendikten sonra, gündüz yapılan bu niyetin niyet sayılmayacağı zannıyla günün geri kalan kısmında bilerek bir şey yiyip içmek veya cinsel ilişkide bulunmakla oruç bozulur ve kaza edilmesi gerekir.

Oruçlu iken dokunmak veya kucaklamakla boşalmanın hükmü nedir?

Oruçlu olan kişinin eşini öpmesi, dokunması veya kucaklaması sonucu boşalma (inzal) olması durumunda oruç bozulur ve gününe gün kaza edilmesi gerekir.

Orucun bu şekilde bozulma tehlikesi olduğu için kendine güveni olmayan kimsenin oruçlu iken eşini kucaklaması, öpmesi mekruhtur (Merğinânî, el-Hidâye, I, 123).

Akşam ezanının yanlışlıkla bir iki dakika erken okunmasından dolayı orucunu açan kimsenin ne yapması gerekir?

Kur’an-ı Kerim’de oruç vaktiyle ilgili olarak “Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun.” (Bakara, 2/187) buyrulmaktadır. Özellikle büyük yerleşim birimlerinin en doğusu ile en batısı arasındaki zaman farkından dolayı akşam vaktinin temkin payı içinde kalması söz konusu olacağından, yanlışlıkla bir iki dakika önce okunan ezanla oruçlarını açmış bulunan Müslümanların oruçlarını kaza etmeleri gerekmez. Bu sürenin temkin süresinden daha uzun olması halinde ise oruç bozulur ve kaza edilmesi gerekir.

Geçmişe dönük kaza oruçları nasıl tutulmalıdır?

Oruç tutmakla yükümlü olduğu halde, her nasılsa hiç oruç tutmamış, ya da bir kısım oruçlarını tutmamış/tutamamış olan kimseler; öncelikle tutmadıkları oruçların sayısını belirler ve o günler sayısınca Ramazan dışındaki ve oruç tutulmasının yasak olduğu bayram günlerinin dışındaki günlerde kaza ederler.

Tutulacak her kaza orucuna, “zimmetimde borç kalan ilk orucun kazasına…” diye niyet edilmesi uygun olur. Zimmette kalan oruçların hesaplanması konusunda iki durum söz konusu olabilir:

a. Kişi mükellef olduğundan beri hiç oruç tutmamış olabilir. Bu durumda ergenlikten itibaren geçen her yıl itibarı ile bir kameri ay hesabı ile oruçlarını tutar.

Dini hükümlerle mükellef olmak, büluğa (ergenlik çağına) ermekle başlar. Erkekler ihtilam olmakla, kadınlar da adet görmekle buluğa ermiş olurlar (Merğinânî, el-Hidâye, I, 16-17; Mevsılî, el-İhtiyâr, I, 26).

b. Kişi mükellef olduktan sonra bazı oruçları kazaya bırakmış olabilir. Bu durumda mümkün mertebe tutulmayan oruçların sayısı hesaplanıp gününe gün kaza edilir.

Orucunu mazeretsiz olarak terk eden kimselerin kaza yanında tevbe ve isitiğfar etmesi de gerekir.

Mesleği gereği sürekli olarak yolcu olan kişi namaz ve oruç ibadetlerini nasıl yerine getirebilir?

Dinen yolcu konumunda bulunan kimseler farz namazları kısaltarak kılarlar. Yolculuk hali Ramazan orucunun ertelenmesi için de bir ruhsat sebebidir. Sebep devam ettiği sürece ruhsatlar da devam eder. Sürekli mazereti bulunan kişiler, mazeretleri ortadan kalkınca, zamanında tutamadıkları Ramazan oruçlarını kaza ederler. Kur’an-ı Kerim’de; “Kim de hasta veya yolcu olursa, oruç tutmadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun.” (Bakara, 2/184, 185) buyrulmaktadır.

Buna göre sürekli yoluculuk halinde olan kimseler namazlarını ertelemeden kısaltarak kılarlar. Ramazan oruçları ise mümkün olduğunca tutulmaya çalışılmalıdır. Zira yukarıdaki ayetin devamında “Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.” buyurulmaktadır.

Fakat buna güç yetirilemezse oruç, uygun zamanda kaza edilmek üzere yolculuk süresince ertelenebilir.

İslam dini Ramazan ayında oruç tutamayan hasta ve yolcuların sonradan kaza etmelerini emreder. Mazeret devam ettiği sürece ruhsat da devam eder.

Orucu bilerek ve kasten bozmanın hükmü nedir?

Orucunu bilerek ve kasden bozmak Ramazanın hürmetine saygısızlıktır ve büyük günahtır. Hz. Peygamber orucunu bu şekilde bozanların keffâret ile yükümlü olacaklarını belirtmiştir (Buhârî, Savm, 30, Hibe 20, Nafakât, 13, Keffârat, 2-4; Müslim, Sıyâm, 81). Yine Hz. Peygamber (s.a.s.)’in bildirdiğine göre oruç kefareti, öncelikle bir köle azat etmektir, buna imkân bulunmadığında -ki günümüz şartlarında bu imkân fiilen ortadan kalkmıştır- iki kamerî ay veya 60 gün ara vermeksizin oruç tutmaktır. Buna da gücü yetmeyen kişi, 60 fakiri bir gün ya da bir fakiri 60 gün doyurur. Bu keffâretin yanında ayrıca, bozulan o orucun da kaza edilmesi gerekir (Merğinânî, el-Hidâye, I, 124-125).

Keffaret orucu tutan bir kimse yolculuğa çıktığında, keffaret orucuna ara verebilir mi?

Başlanan bir Ramazan orucunu meşru bir mazeret olmaksızın bilerek bozan bir kimsenin gücü yetmesi halinde peş peşe iki kameri ay veya altmış gün kefaret orucu tutması gerekir. Kadınların adet halleri hariç hiç bir sebeple keffaret orucuna ara verilmez. Sefer ve benzeri bir sebeple ara verilmesi halinde daha önce tutulmuş olan oruçlar nafile yerine geçer. Keffaret borcundan kurtulmak için ara vermeksizin belirtilen gün sayısınca oruç tutulmalıdır (İbn Nüceym, el-Bahru’r-râik, Pakistan, II, 277).

Birden fazla orucu keffaret gerektirecek şekilde bozan kimse bu oruçların her biri için ayrı ayrı keffaret öder mi?

Ramazan ayında tutulan orucun, mazeretsiz olarak kasten bozulması durumunda keffaret ödenmesi, ayrıca bozulan orucun da kaza edilmesi gerekir. Oruç kefareti, iki kamerî ay veya 60 gün, ara vermeksizin oruç tutmaktır. Buna gücü yetmeyen, 60 fakiri bir gün ya da bir fakiri 60 gün doyurur.

Farz orucun kasten bozulması ve keffaretinin ödenmesinden sonra aynı şekilde başka bir oruç bozulduğunda onun için de yeni bir keffaret gerekir. Ancak, farklı ramazan aylarında da olsa henüz ödemediği birden fazla keffâret borcu bulunan kimsenin hepsi için bir keffaret ödemesi (peş peşe iki kameri ay veya altmış gün oruç tutması) yeterli olur. Ayrıca bozduğu her orucu kaza etmesi icap eder (İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, Beyrut, II, 261).

Oruç tutacak gücü olduğu halde tutmayan bir kimse, bu oruçlarının fidyesini vererek oruç borcundan kurtulmuş olur mu?

Oruç için fidye verilmesi, oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlı kimseler ile iyileşme ümidi olmayan hastalar için geçerlidir. Hz. Peygamber (s.a.s.) ve sahabe’nin uygulaması, fidyeden bahseden ayetteki “oruç tutmakta zorluk çekenler.” (Bakara, 2/185) ifadenin yalnızca yukarıda sayılan kimseleri kapsadığını göstermektedir. Buna göre, oruç tutmaya gücü yettiği halde tutmayan veya geçici bir sebeple tutamayan kimseler hakkında fidye hükmü yoktur (Müslim, Sıyâm, 149-150).

Mazeretsiz oruç tutmayanların, tutmadıkları oruçları kaza etmeleri ve mazeretsiz tutmadıkları oruçlar için tövbe istiğfar etmeleri gerekir. Ayrıca, oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlılar ile iyileşme ümidi olmayan hastalar, fidye vermiş bile olsalar, ileride tutabilecek duruma gelirlerse tutamadıkları oruçları Hanefîlere göre kaza etmeleri gerekir. Önceden verdikleri fidyeler oruç borcunu düşürmez (Kâsânî, Bedâi, I, 60; Merğinânî, el-Hidâye, Beyrut 1990, I, 137).

Tutmadığı oruçları kaza etmeden oruç tutamayacak hale gelen kimse ne yapmalıdır?

Fakihlerin çoğunluğu, “Oruç tutmaya güç yetiremeyenler, bir yoksul doyumu kadar fidye öder.” (Bakara, 2/184) ayetinden hareketle, mazeretli veya mazeretsiz oruç tutmamış ve kaza etmeden ölüm döşeğine düşmüş kimselerin oruç borçları için fidye ödenmesi vasiyetinde bulunmalarının müstehap olacağını söylemişlerdir. Eğer vasiyet etmişse mirasçıları malının üçte biri oranında bu vasiyeti yerine getirirler (Merğinânî, el-Hidâye, I, 127; bkz. Serahsî, el-Mebsût, III, 100; İbn Kudâme, Muğnî, III, 82).

Fidye, ölenin bıraktığı maldan techîz, tekfin masrafları ve borçları çıkarıldıktan sonra, kalan malın üçte birinden verilir. Şayet fidye üçte birden çok tutarsa, fazla olan kısım ancak varislerinin rızası ile ödenebilir (İbn Âbidin, Reddü’l-Muhtâr, II, 424).

Şâfiî mezhebine göre bir kimse imkânı olduğu halde fidyeyi vermeden ölürse vasiyete gerek olmaksızın bıraktığı mirastan ödenir. Zira onun fidye ödemesi, hasta ve yolcunun orucu kaza etmesi gibidir (Nevevî, el-Mecmu, VI, 259).

 

 

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: