• resmi ilanlar

CUMA SOHBETLERİ

24/03/2016 11:00

Bolu İl Müftülüğü vaizlerinden Harun Bakan ve Kadir Öztürk'ün hazırladığı ‘Cuma Sohbetleri'nin bu haftaki bölümü Bolu Express'te

3 AYET-İ KERÎME

(ÂL-İ İMRAN SÛRESİ 118-120)

İslâm’dan önce Medine’de Araplar’la yahudiler arasında dostluk anlaşmaları vardı. Müminler İslâm’dan sonra da yahudilerle bu dostluğu devam ettirmek istediler. Fakat yahudiler ve münafıklar görünüşte dost gibi davransalar da her fırsatta müminlerin aleyhine çaba harcıyorlar, özellikle Hz. Peygamber’in askerî planları hakkında müslüman dostlarından edindikleri bilgileri müşriklere ulaştırıyorlardı. Bu sebeple yüce Allah, kâfirlerle münafıklara karşı müminleri uyararak onlardan sırlarını söyleyecek kadar samimi dostlar edinmemelerini, onlara karşı ihtiyatlı davranmalarını, gerçekte düşman oldukları halde dost görünenlere sırlarını açmamalarını emretti. Bu emrin sebeplerini açıkladı. Bu tür insanların bilmediğimiz iç dünyalarını tanıttı. Mü’minlere duydukları kin ve öfkenin boyutunu ve  onlara neler yaptırdığını anlattı.  Sevinç ve hüzünlerinin sebebini ortaya koydu ve üzerimize düşenleri bildirdi.

Bugün de dünya ölçeğine baktığımızda ümmet olarak dost seçiminde sıkıntılar yaşadığımızı görmekteyiz. Ülkemizde ve özellikle Ortadoğu’da devam eden haçlı zulmüne yapılan yorumlara, değerlendirmelere, fert olarak, millet ve ümmet olarak hakkımızda neler düşündüklerine zaman zaman şahit oluyor ama yine de süslü cümlelerinin peşinden gidiyoruz. Sonuç ise ortada…

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…

"Ey iman edenler! Sizden olmayanlardan hiçbir sırdaş edinmeyin. Onlar size fenalık etmekten asla geri kalmazlar. Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların kinleri konuşmalarından apaçık ortaya çıkmıştır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz size âyetleri açıkladık."  (Âl-i İmrân; 3/118)

"İşte siz öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz, onlar ise, bütün kitaplara iman ettiğiniz halde sizi sevmezler. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman "inandık" derler. Ama kendi başlarına kaldıklarında, size karşı kinlerinden dolayı parmaklarını ısırırlar. De ki: "Öfkenizden ölün!" Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) bilir."  (Âl-i İmrân; 3/119)

"Size bir iyilik dokunursa, bu onları üzer. Başınıza bir kötülük gelse, ona sevinirler. Eğer siz sabırlı olur, Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız onların hileleri size hiçbir zarar vermez. Çünkü Allah onların işlediklerini kuşatmıştır."  (Âl-i İmrân; 3/120)

Kur’ân-ı Kerîm, birçok âyette müminlerin birbirlerinin dostu ve kardeşi olduklarını (Hucurât 49/10), bunların dışındakilerin, ister dinsiz isterse yahudiler ve hıristiyanlar gibi Ehl-i kitap olsun, müslümanların hayatî önem taşıyan sırlarını öğrenecek derecede dostları olamayacaklarını ifade buyurmuştur (Nisâ 4/144; Mâide 5/51). Çünkü genellikle onlar birbirlerinin dostu, müminlerin düşmanıdırlar. Kur’an’ın bu emrinde yadırganacak bir durum yoktur. Nitekim âyetin akışında her iki tarafın birbirlerine karşı takındıkları psikolojik ve toplumsal tutum ve davranışları anlatılarak müslüman olmayanları sırdaş edinmeme buyruğunun gerekçeleri açıklanmıştır:

a) Müslümanlardan olmayanların sürekli olarak müminler aleyhinde çalışmaları, onlara zarar vermeleri ve içlerinde fesat çıkarmaya gayret etmeleri;

b) Müminlerin sıkıntıya düşmelerinden memnun olmaları;

c) Müminlerin aleyhinde sürekli olarak propaganda yapmaları ve onlara karşı içlerinde kin beslemeleri;

d) İnançları gereği müminler, herkesin –bu arada kâfirlerin ve münafıkların dahi– iyiliğini istedikleri, onların hukukunu gözettikleri ve onlara sevgiyle yaklaştıkları halde onların müminleri sevmemeleri ve haklarında iyi davranmamaları;

e) Müminler ilâhî kitapların tamamına inandıkları ve bu kitapların mensuplarına saygılı davrandıkları halde kâfirlerin Kur’an’a inanmamaları, münafıkların da müslümanlara karşı ikiyüzlü davranmaları, görünüşte müslüman olduklarını söyleyip gerçekte inanmamış olmaları ve inananlara karşı kin gütmeleri;

f) Kâfirlerin ve münafıkların, müminlerin birlik ve beraberliklerine, başarılarına, zaferlerine ve refahlarına üzülmeleri; başarısızlıklarına, yenilgi, hastalık ve benzeri sıkıntılarına sevinmeleri.

"İşte siz öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz, onlar ise, bütün kitaplara iman ettiğiniz halde sizi sevmezler.” cümlesi bazı müfessirlerce şöyle de yorumlanmıştır: Siz onları seversiniz, yani onların müslüman olmalarını istersiniz. Çünkü İslâm her şeyden hayırlıdır. Oysa onlar sizi sevmezler, yani sizin kâfir olmanızı isterler, kâfir olmak ise her şeyden kötüdür (Âlûsî, IV, 39).

“Yalnız kaldıklarında ise size karşı öfkelerinden parmaklarını ısırıyorlar” cümlesi münafıkların müminlere karşı besledikleri kin ve nefretin şiddetini ifade eder. Bu sebeple onların görünüşte “inandık” demelerine ve sahte dostluk göstermelerine aldanmamak gerekir.

Şüphesiz ki mümin olmayanları sırdaş edinme yasağı, onlarla iyi geçinmemek anlamına gelmez. Toplum ve devletin emniyet ve selâmeti bakımından devlet sırlarını onlara verecek derecede kendileriyle samimi olmak veya devletin sırlarını ya da menfaatlerini alâkadar eden önemli görevleri onlara teslim etmek sakıncalı olmakla birlikte, onlarla beşerî münasebetlerin iyi yürütülmesinde bir sakınca yoktur. Kur’an müslümanlara karşı düşmanca tavır almayan gayri müslimlerle beşerî ilişkilerin iyi yürütülmesini, gerektiğinde onlara iyilik edilmesini, haklarında adaletli davranılmasını tavsiye etmekte ve böyle yapanları yüce Allah’ın sevdiğini bildirmektedir (Mümtehine 60/8). Samimi dost edinilmeleri yasaklananlar ancak İslâm’a ve müslümanlara karşı düşmanca tavır alanlar, onlarla savaşmak ve onları yurtlarından çıkarmak için birbirlerine destek verenlerdir. Bu tür gayri müslimlerle dostluk bağları kuranları yüce Allah zalimler olarak nitelemiştir (bk. Mümtehine 60/9).

İslâm, dinin temel ilke ve amaçlarına ters düşmeyecek ölçüler içinde gayri müslimlerle ilim, teknik ve sanat alışverişinde bulunmayı yasaklamaz. Çünkü ilmin vatanı ve milliyeti yoktur. Hadis-i şerifte de buyurulduğu gibi (Tirmizî, “İlim”, 19) yararlı bilgi ve fikir müslümanın yitiğidir, onu nerede bulursa alır. Bu konularda müslümanlar din ayırımı yapmaksızın herkesten istifade edebilirler ve kendi birikimlerinden başkalarını yararlandırırlar. Nitekim tarihte de böyle yapmışlardır.

120. âyette, kâfirlerin ve münafıkların müslümanların en küçük başarılarına, birlik, beraberlik ve refahlarına tahammül edemedikleri; müminlerin başına gelecek kötülük ve sıkıntılara sevindikleri bildirilmiş; onların bu menfi tutumlarına rağmen müslümanlara sabırlı olmaları, onlarla samimi dost olmaktan kaçınmaları, ancak onların hukukunu çiğnemekten de sakınmaları tavsiye edilmiştir. Zira bu davranış düşmanlıkların ortadan kalkmasına, dostlukların gelişmesine sebep olur. Nitekim Fussılet sûresinin 34. âyetinde, “Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav; o zaman bir de göreceksin ki seninle aranızda düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcak bir dost oluvermiş!” buyurulmuştur. Âyette, bu tedbirler alındığı takdirde onların tuzaklarının müminlere hiçbir zarar vermeyeceğine dikkat çekilmiştir. Allah’ın onların yaptıklarını hem bilgisiyle hem de kudretiyle kuşatmış olduğunun belirtilmesi, onların, Allah’ın bilgisi dışında ve izni olmadan hiçbir şey yapamayacaklarını ifade eder.

Görüyoruz ki; hayatın her alanında olduğu gibi dostluk konusunda da sınırlarımızı dinimiz İslam çizmektedir. Kimleri dost edineceğimiz veya edinmeyeceğimizi Kur’an ve Sünnet’e müracaat ettiğimizde görüyoruz. Tuvalete nasıl girip çıkacağımızdan evliliğimize, miras hukukumuza, hizmetimizde olan hayvanlara muamelemizden siyasetimize kadar sınırları belirleyen Allah ve Resulüdür. Kız isteme esnasında söylediğimiz “Allah’ın emri, peygamberin kavli” ifadesini hem adet olmaktan çıkarmalı hem de samimi bir şekilde evimizde, sokağımızda, işimizde, dostluğumuzda vs hakim kılmalıyız.

Etrafımızda olan, sevdiğimiz, destek verdiğimiz insanların sadece sözlerine bakmak bizi yanıltabilir. Onların davranışlarını kontrol etmeliyiz. Sadece davranışları da o kimsenin kötülüklerinden emin olmak için yeterli olmayabilir. Kur’an ve Sünnet’e müracaat etmeli ve dost-düşman tercihlerimizi yeniden gözden geçirmeliyiz.

“Elhamdülillah Müslümanım” demek yetmiyor, ibadetleri de yerine getirmek gerekiyor. Sadece namaz kılmak, bir adamı sürekli camide görmek de yetmiyor namazdan sonraki sosyal hayatında da kötülüklerinden fenalıklarından emin olmak gerekiyor. Bir de ibadeti olmayan, namazı abdesti bulunmayan, alnı secde görmemiş insanlara güvendiğimizi, onları dost edindiğimiz düşünün. Rabbine karşı sorumluluğunu getirmeyen kişi sana verdiği hangi sözünde durur. Rabbi ki ona her türlü nimeti vermiş ve karşılığında sadece kulluk bekliyor. Daha da ilerisi Müslüman olmadığını bildiğimiz insanları dost edinmek…

Soralım kendimize?

o   Allah’a söveni dost kabul eder miyiz?

o   Kitabımızla alay eden, onu ayaklar altına alanları sever miyiz?

o    Peygamber Efendimize hakaret eden, karikatürlerle onu aşağılayanları iyi niyetlidir diyerek temize çıkarabilir miyiz?

o   Şehitlik gibi yüce bir makamla, şehitlerimizle, değerlerimizle dalga geçenleri affedebilir miyiz?

o   Onca işgal faaliyeti, evlerinin yurtlarının yerle bir edildiği, canlarının yok sayıldığı bir ortamda Avrupa yollarına düşen mülteciler, “Arap istilacılar” şeklinde yorumlayan Papa’nın diğer sözlerine güvenebilir miyiz?

o   Ankara’da yaşanan patlamalarda ölenlerden birinin başörtülü olmasını sevinç vesilesi görenlere bir şey emanet edebilir miyiz?

Örnekleri çoğaltmak mümkün. Ayet-i kerimeyi tekrar hatırlayalım. “Onların sadece ağızlarıyla söyledikleri, kalplerinde bulunan ise daha büyüktür…”

Zalimlerin, fasıkların, münafıkların şerlerinden emin olmanın yolu sabır ve takvadır. “Eğer siz sabırlı olur, Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız onların hileleri size hiçbir zarar vermez.” buyuruyor Rabbimiz.

Hayatı sadece dünya hayatından ibaret görüyorsak dilediğimizle dost, arkadaş, sırdaş olabiliriz. Ama ahirete iman ediyor ve orada ebedi hayatı kazananlardan olmak istiyorsak; sevdiklerimiz Allah’ın sevdikleri, yerdiklerimiz deAllah’ın yerdikleri olmalıdır.

 

“Kim Allah’a ve peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lutuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdirler; bunlar ne güzel arkadaşlardır!” Nisa, 4/69.

BEREKET

            ...Dervişlerin lisanında “bitti” yoktur. Bitmek, tükenmek gibi sözler sarfolunmaz. “Yemek bitti” denmez, “Bereketlendi” denir. Şimdi bereketlenmek ve bereket sözü üzerinde bir parçacık mülahazada bulunalım. Bereket, Allah Teala’nın azim bir sırrıdır. Aklen izahı mümkün olmayan fakat tezahürü ortada olan, nasıl ve nice olduğu akılla anlaşılamayani acayib bir haldir. Benim şeyhim bereketi anlatırken şöyle bir misal verirdi: Bereketin sırrını görmek istiyorsan evlad, koyun sürüsüyle o sürüyü bekleyen köpeklere bak. Koyun senede bir kere yavrular ve umumiyetle bir yavru verir. Bu yavru yaşar veyahut hastalıktan, uçurumdan yuvarlanmaktan, yırtıcı hayvanlardan dolayı ölür. Koyunun eti, sütü, herşeyi yenir, tırnağı, boynuzu bile kullanılır. Kılı, tüyü bile zayi olmaz. Senede binlercesi kurban olur. Zayıftır, naiftir, bir bulaşıcı hastalıktan hemencecik ölüverir. Başka hayvanlarla mücadele edecek mecali yoktur. Halim selimdir.

Bir de köpeğe bak. Köpek bazen senede iki kere doğurur. Bazen bir batında düzine ile yavruladığı olur. Eti, sütü yenmez. Kolay kolay hastalanmaz. Hatta ölmez. Yaşadığı sahada düşmanı yok gibidir. Günlerce aç kalabilir, pislik dahil herşeyi yer. Şimdi bu anlatılanlara kıyas edersen dağların, taşların köpekle dolu olması, kuzu cinsinin de kalmaması icab eder. Amma şu bereket sırrına bak ki, koskoca bir sürüyü üç dört tane köpek bekler. Köpeklerin esamesi okunmaz, dağlar, ovalar koyun sürüsüyle doludur. İşte bu Cenab-ı Hakk’ın bir burhanıdır. Evladım, dikkat et, koyundaki tabiata bak. Demek ki Cenab-ı Hakk halim selim olana, helalinden ve temiz yiyene, etrafıyla çekişmeden dua alana, elinden geldiği kadar mahlukata hizmet edene, hatta bu uğurda can vermeye hazır olana hususi bir bereket ihsan ediyor. Amma etrafıyla cedelleşene, sadece kendisi için yaşayana, menfaatinin peşinden koşana, Rezzak-ı alemi unutarak rızkın başkasında olduğunu zannedene uzun bir ömür verse de bereketli bir hayat vermiyor. Biz burada köpeği küçümsemiyoruz. Sadece köpek fıtratlı olmanın koyun fıtratındaki hale mukayesesini yapıyoruz. Bak aziz kimselere ki hayatlarını hep Hakk’a ibadet taat, halka da muhabbetle, hizmetle geçirmişler. Kendi rahatlarını başkalarının refahına sarfetmişler. Zahire göre hükmedecek olsan bu insanların fakr u zaruret içerisinde, hayattan bezmiş, sıhhatten düşmüş, hiçbir şey yapamayacak aciz insanlar haline gelmiş olması icab eder. Amma öyle olmamıştır. Hem maddi hem manevi rızık içerisinde mesud olarak yaşamış ve yaşatmışlardır. Ve hala onların muhabbeti insanların kalbinde yer etmiş, bıraktıkları eserler ve yetiştirdikleri insanlar cümle aleme ibret, rehber ve ilham kaynağı olmuştur. Onlardan hala istifade etmekte olan kadirşinaslar dualarıyla rahmet okumaktalar...

40 MEKTUP M. Fatih ÇITLAK 26. Mektup s. 200. 

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: