• resmi ilanlar

CUMA SOHBETLERİ

03/03/2016 11:00

Bolu İl Müftülüğü vaizlerinden Harun Bakan ve Kadir Öztürk'ün hazırladığı ‘Cuma Sohbetleri'nin bu haftaki bölümü Bolu Express'te

FUSSILET SÛRESİ’NDEN ÖĞÜTLER

Nüzûlü           :          Mushaftaki sıralamada kırk birinci, iniş sırasına göre altmış birinci sûredir. Mü’min (Gâfir) Sûresi’nden sonra, Şûra Sûresi’nden önce Mekke’de indirilmiştir. 54 ayettir. “Hâ mîm” harfleriyle başlayan ve arka arkaya gelen yedi sûrenin ikincisidir.

Adı                 :           Kur’an’ın, ayetleri apaçık anlaşılır hale getirilmiş Arapça okunan bir kitap olduğunu belirten 3 ve 44. ayetlerde geçmektedir.

Konusu          :           Kur’an’ın, rahmân ve rahîm olan Allah’ın katından indirilmiş bir kitap olduğunu belirten açıklamayla başlayan sûrede, Mü’min sûresinde olduğu gibi büyük ölçüde iman konuları işlenmiştir.  Mekke putperestlerinin durumu; Peygamber, Kur’an ve İslâm karşısındaki inkârcı, inatçı ve baskıcı tutumları, özellikle Kur’an karşısındaki peşin hükümleri ve onun sesini boğma gayretleri, nihayet bütün bu davranışlarıyla nasıl bir âkıbeti hak ettikleri üzerinde durulmuştur. Yer yer geçmişteki bazı kavimlerin, kendi dinleri ve peygamberleri karşısındaki haksız tavırlarıyla bu yüzden başlarına gelen felâketlere dair uyarıcı mahiyette kısa bilgiler verilmiştir. Sûrenin özellikle 30-36. âyetlerinde Kur’an’ın, Allah’a iman temeline dayanan, daima dürüst olunmasını, insanlar arasında sıcak dostluğa, barış ve uzlaşmaya dayalı ilişkiler kurulmasını amaçlayan ahlâk öğretisi özetlenmiştir.

 

Rahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıyla…

* “Hâ Mîm.  Bu Kur'an, Rahmân ve Rahîm olan Allah'tan indirilmedir.”

* “Bu, bilen bir toplum için Arapça bir Kur'an olarak âyetleri genişçe açıklanmış bir kitaptır.” 

* “Müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilmiştir. Fakat onların çoğu yüz çevirmiştir. Artık onlar işitmezler.” 

* “Dediler ki: "(Ey Muhammed!) Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz örtüler içerisindedir.”

* “Kulaklarımızda bir ağırlık, seninle bizim aramızda da bir perde vardır. O halde sen (istediğini) yap, şüphesiz biz de (istediğimizi) yapacağız." 

* “De ki: "Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Fakat bana ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık O'na yönelin ve O'ndan bağışlanma dileyin. Allah'a ortak koşanların vay haline!" 

* “Onlar zekatı vermeyen kimselerdir. Onlar ahireti de inkar ederler.” 

* “Şüphesiz iman edip salih ameller işleyenler için ise kesintisiz bir mükâfât vardır.” (Fussılet, 1-8)

* “İnananları ve Allah'a karşı gelmekten sakınanları kurtardık.” 

* “Allah'ın düşmanlarının, toplanıp yığın yığın cehenneme sevk edilecekleri günü hatırla!” 

* “Nihâyet cehenneme vardıklarında, kulakları, gözleri ve derileri, yapmış oldukları işler hakkında, kendileri aleyhine şahitlik ederler.” (Fussılet, 18-20﴿

Ayette şu gerçek anlatılmaktadır: Ahirette hiç kimseye haksızlık edilmeyecek, yargı sırasında günahkârların bizzat kendi organları da Allah tarafından verilen bir tür ifade kabiliyetiyle veya işledikleri günahların onlarda bıraktığı izler vasıtasıyla suçlarını ortaya koyacaklardır.

* “Onlar derilerine, "Niçin aleyhimize şâhitlik ettiniz?" derler. Derileri, "Bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştı ve yine yalnızca ona döndürülüyorsunuz?" 

* "Siz (günahları işlerken) kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize şâhitlik etmesinden sakınmıyordunuz. Lakin, yaptıklarınızın çoğunu Allah'ın bilmediğini sanıyordunuz."

* "İşte bu sizin, Rabbiniz hakkında beslediğiniz zannınızdır. O sizi mahvetti de ziyâna uğrayanlardan oldunuz." 

* “Şimdi eğer dayanabilirlerse artık cehennem onların yeridir! Eğer Allah'ın rızasını kazandıracak amelleri işlemeye izin isteseler onlara izin verilmez.” Fussılet, 21-24﴿

Âyetin son cümlesi, “Allah’ın hoşnutluğunu kazanabilmeleri için kendilerine fırsat verilmesini talep etseler de bunu yapamazlar, bu imkânı elde edemezler” veya “Rablerinin kendilerini bağışlamasını dilemek isterlerse de buna güçleri yetmez” “Sevdikleri şeylere tekrar kavuşmaları için Allah’a yalvarsalar da buna lâyık olmadıkları için istekleri kabul edilmez” gibi değişik şekillerde yorumlanmıştır. Son yorumu aktaran Şevkânî, âyetten şu anlamı çıkarır: “Allah’ın kendilerinden hoşnut olmasını dilerler fakat dilekleri kabul edilmez; çünkü artık ateşe atılmaları kesinleşmiştir.”

* “Şüphesiz "Rabbimiz Allah'tır" deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: "Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada iken) vadedilmekte olan cennetle sevinin!" (Fussılet, 30) 

Allah’ı Rabb tanımaya “tevhîd-i rubûbiyet” denmektedir. Bu tevhid, insan varlığının en yüksek amacı, bütün yetkinlik şartlarının en önemlisi kabul edilen mârifetullahı da içerir. Mârifetullahın bir ifadesi olan “Rabbim Allah’tır” ikrarı gönüllere her türlü şekten şüpheden uzak bir şekilde işleyince bu ikrar, insanın duygu, düşünce ve eylem dünyasına da yansıyarak onu doğru, iyi ve adaletli çizgiye yöneltir. Ayette bu yöneliş, “dosdoğru çizgide yaşamak” diye çevirdiğimiz istikamet kavramıyla ifade edilmiştir. Hz. Peygamber de kendisinden sımsıkı sarılacağı temel ilkenin ne olduğunu soran bir sahâbîye, “Allah’a inandım de ve sonra dosdoğru ol” buyurmuşlardır.

Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), Fussilet Sûresi 30. ayetini “Gerçekten Rabbimiz Allah’tır dedikten sonra da, dosdoğru hareket edenlere melekler indiririz de melekler onlara şöyle derler: “Korkmayın ve üzülmeyin. İşte buyurun! Size vaadedilmiş olan Cennetle müjdelenin ve sevinin” okudu ve şöyle buyurdu: “Herkes bunu söyledi fakat sonradan inkar etmişlerdir. Fakat kim bu inanç üzere ölürse o kimseler dosdoğru yol üzerindedirler.” 

* "Biz dünya hayatında da ahirette de sizin dostlarınızız. Çok bağışlayan ve çok merhametli olan Allah'dan bir ağırlama olarak, orada canlarınızın çektiği her şey var, istediğiniz her şey orada sizin için var." 

            Burada salih amel işleyen, Allah’ın rızasına uygun bir hayat yaşayanların Allah’ın dostları olduğu ve ahrette çeşitli mükafatlarla ödüllendirileceği bildirilmiştir.   

* “Allah'a çağıran, salih amel işleyen ve "Kuşkusuz ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir?” Fussilet, 33﴿

Allah’a çağırmak’tan maksat, tevhit inancına ve Allah’a itaate davet etmektir. Bazı müfessirler, burada özellikle Hz. Peygamber’in övüldüğünü belirtmişlerdir. Hz. Peygamber Allah’a davet eden ve Allah’ın iradesine uygun güzel işler yapan ilk Müslüman olduğundan ayetteki övgünün öncelikle onunla ilgili olduğu muhakkaktır; ancak ayetin, Resûlullah’ın yolunu izleyerek aynı niteliklere sahip olan her Müslümanı kapsadığını da kabul etmek gerekir. Ayet, kendisini İslâmî kimlikle tanıtan kimsenin bu kimliğe yaraşır bir hayat yaşamasının (amel-i sâlih sahibi olmasının), insanları her şeyden önce güzel ahlâk ve örnek davranışlarla İslâm’a kazandırmaya çalışmasının önemine ve gerekliliğine de dikkat çekmektedir.

* “İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.” 

* “Bu güzel davranışa ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak (hayırdan ve olgunluktan) büyük payı olanlar kavuşturulur.” 

* “Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” Fussılet, 34-36﴿

Zemahşerî, kötülüğün en güzel davranışla savılmasını şöyle açıklar: “Biri sana kötülük ettiğinde onu affetmen bir iyiliktir; ama bundan da iyi olanı, onun sana yaptığı kötülüğe iyilikle karşılık vermendir... Eğer bunu yaparsan amansız düşmanın sıcak bir dost haline gelir.”

 Râzî, âyetin bağlamını da dikkate alarak buradaki iyilik ve kötülüğün özellikle şu anlamları içerdiğini belirtir: İyilikten maksat, Resûlullah’ın insanları hak dine davet etmesi, inkârcıların küstahça davranışlarına sabretmesi, intikam peşinde koşmaması, kötülüğe kötülükle karşılık vermemesidir. Kötülükten maksat ise putperestlerin, “Bizi çağırdığın şeylere karşı kalplerimiz kapalıdır” (5. âyet); “Bu Kur’an’a kulak vermeyin, okunurken gürültü yapın” (26. âyet) gibi ifadeleriyle sergiledikleri aşağılık davranışlardır. Âyette bir bakıma şöyle buyurulmuş olmaktadır: “Ey Muhammed! Sana yakışan davranış iyilik, onlara yakışan da kötülüktür. İyilikle kötülük bir olmaz; yani eğer sen iyilik yaparsan dünyada saygınlığı, âhirette de sevabı hak edersin; onlar da (kötülükleri sebebiyle) bunun tersini hak ederler.

Şu halde onların kötülüklere yönelmeleri senin iyiliği sürdürmene engel olmamalıdır... Onların barbarca ve câhilce hareketlerini bütün tutumların en güzeliyle savmaya bak; eğer onların kötü huylarına karşı sabrını ısrarla sürdürür, terbiyesizliklerine öfkeyle, verdikleri zararlara eza ve cefa ile karşılık vermezsen bir gün gelir onlar da kendi kötü huylarından dolayı utanır, o çirkin davranışlarını da artık terk ederler.”

Hz. Âişe, bir soru dolayısıyla Hz. Peygamber’in ahlâkının Kur’an ahlâkı olduğunu bildirmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de Resûlullah’ı müslümanlara bir davranış modeli olarak gösterdiğine göre (Ahzâb 33/21) her müslümanın iyiliğe en güzel davranışla karşılık vermek gibi yüksek erdemlerle donanması ahlâkî bir görevdir; buna göre âyet, bütün müslümanlar için bir ahlâk ilkesi koymaktadır. Nitekim 35. âyetin ifade tarzından da bu anlaşılmaktadır. Bu âyette ayrıca kötülüğe iyilikle karşılık vermenin, nefse ağır geldiğine, ama aynı zamanda yüksek bir ahlâkî hedef olduğuna da işaret edilmekte, bu hedefe ulaşmanın birinci şartının da sabır olduğu belirtilmektedir. Âyetteki “büyük pay sahibi olanlar” anlamına gelen ifade, bu bağlamda sabrın yanında onu destekleyici mahiyetteki ahlâkî erdemlerle bezenmiş olanları ifade etmektedir

“Kim iyi bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin kullara (zerre kadar) zulmedici değildir.” Fussılet, 46﴿

 

 

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: