• resmi ilanlar

CUMA SOHBETLERİ

10/12/2015 11:00

Bolu İl Müftülüğü vaizlerinden Harun Bakan ve Kadir Öztürk'ün hazırladığı ‘Cuma Sohbetleri'nin bu haftaki bölümü Bolu Express'te

KUMAR

İslam dininde inanç ve ibadet esasları­nın yanı sıra ferdin beşeri ilişkilerinin ve sosyal hayatının belli ölçüler ve düzen içinde olması. Kötülüklerden korunması da önemlidir. Bunu sağlamak için de Kur'an'da ve hadislerde davranışlarda kim olması gereken temel hukuk ilkelerine ve ahlaki değerlere sıkça atıfta bulunulmuş, kötü davranışlardan belirli örnekler yasaklanmıştır. Bu amaca yönelik olarak getirilen düzenlemenin dini metinler kadar insanlığın ortak sağduyusuna ve kolektif şuuruna uzanan kökleri vardır. Kazançta karşılıklı rızanın esas alınması, kötü alışkanlıkların kınanınası ve irade eğitimine ağırlık verilmesi, haksız yollarla mal kazanmanın ve zamanı boşa harcamanın, bunun uygulama örneklerinden biri olarak da kumarın yasaklanması böyledir.

Kur'an ı Kerim'de, "Sana şarap ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için birtakım faydalar vardır . Ancak her ikisinin de günahı faydasından büyüktür" açıklaması ile kumar kınanmış (el-Bakara 2/219). daha sonra inen bir ayette de kesin bir yasaklama getirilmiştir: "Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar) ve şans okları birer şeytan işi pisliktir. Onlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, şarap ve kumar yoluyla aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak istiyor. Artık -bunlardan- vazgeçtiniz değil mi?" (el-Maide 5/90-91 ). Ayette geçen "meysir" kelimesi, ilk planda Cahiliye'de yaygınlığı bulunan kumar adetine atıf şeklinde görünürse de şarap yasağında olduğu gibi burada örnek üzerinden bir davranış türünün ve ortak illeti sahip benzer çeşitlerin yasaklanması kastedildiğinden İslam âlimlerinin büyük çoğunluğu ayetteki meysiri kumar olarak açıklamıştır.

Gerek Kur’an gerekse hadislerde kumar ilke olarak yasaklanmış, nelerin kumar olduğu tek tek sayılmayıp kumar yasağı belli birkaç örnek üzerinde gösterilmiştir. Dolayısıyla bundan kumarın yalnızca zikredilen çeşitlerinin yasak olduğu sonucu çıkarılamaz. İslâm dini kumarı yasaklarken bunun belli nevilerini değil götürdüğü sonucu hedef almıştır. Dinin bu yasağının iyi anlaşılabilmesi, hem kumar yasağının dayandığı gerekçelerin bilinmesiyle hem de kumarın yapısal analizinin yapılıp onun benzeri işlemlerden farkının belirlenmesiyle mümkün olur. Nitekim tarihsel süreçte fakihler, Kur’an ve Sünnet’te ilke olarak geçen kumar yasağını kendi dönemlerinde yorumlamaya ve yasağın kapsamını belirlemeye çalışırken hem konuya ilişkin dinî emir ve yasakların ortam ve amacını, hem de içinde yaşadıkları toplumda salgın bir hastalık halini alan kötü alışkanlıkları ve bunların yol açtığı olumsuz sonuçları göz önüne almışlar, bu zeminde kumar kapsamına sokulabilecek işlem türlerini ve bunların dinî hükmünü açıklamaya çalışmışlardır. Doğrudan kumar oyunlarının yanı sıra at ve ok atma yarışı, güvercin uçurma, güreş ve yüzme gibi esasında câiz olan olayların sonuçları üzerinde bahis tutuşmanın ve bu yolla kazanç sağlamanın câiz görülmeyişi, başta Hanefîler olmak üzere fakihlerin önemli bir bölümünün kur‘ayı hak kazandırıcı bir işlem olarak görmemesi de kumar yasağını ihlâl etmeme endişesinden kaynaklanır (Serahsî, VII, 75-76; XV, 7-8; Kâsânî, VI, 206; İbnKudâme, IV, 43; IX, 468, 472, 484; Şemseddin er-Remlî, VIII, 168). Konuya ilişkin olarak belirlenen ölçü ve yaklaşımlar dikkatle incelendiğinde İslâm’daki kumar yasağının Câhiliye’deki şekliyle veya sınırlı sayıdaki birkaç kişi arasında cereyan eden şans oyunuyla sınırlı olmadığı, günümüzde çeşitli isim ve tanıtım altında sürdürülen ve kurumsallaşan, ancak önceden belli olmayan bir sonuca ve şansa bağlı olarak müştereken bahisleşme içinde kazanmayı veya kaybetmeyi konu edindiği için kumar mahiyetinde olan çekilişler, şans oyunları ve yarış sonuçları üzerinde bahis tutuşma gibi yaygın uygulamaların da bu kapsamda olduğu anlaşılır. Elde edilen gelirin hayra harcanması veya tertipleyenler tarafından kamu yararına pay aktarımı yapılması bunların dinî hükmünü değiştirmez.

Bazı çeşitleri sınırlı bir beceri ve ustalık içerse de kumar, esas itibariyle şans ve tesadüfe bağlı olarak kazanç elde etme veya kaybetme oyunudur. Önceden belirsiz bir sonuca eşit oranda ümit bağlayanlardan toplanan mal bu yolla bir veya birkaç kişiye aktarılmış olmaktadır. İslâm’da hem helâl kazancın korunması ve haksız yoldan mal kazanmanın önlenmesi, hem de ekonomik imkânların mümkün olduğunca toplumun geniş katmanlarına dağıtılması temel ilkelerden biridir. Başkalarının mallarını meşrû olmayan yollarla almak ve yemek haramdır. Kur’an’ın, “Mallarınızı aranızda boş ve haksız (bâtıl) yollarla yemeyin, ancak karşılıklı rızâya, gönül hoşluğuna dayalı bir ticaret sonucunda yiyin” (en-Nisâ 4/29) meâlindekiâyeti de bu ilkeyi ifade eder. Bir başka âyette servetin sadece zenginler arasında dolaşmasının olumsuzluğuna dikkat çekilmiştir (el-Haşr 59/7). Meşrû yollarla yapılmadıktan sonra kumarda olduğu gibi tarafların göstermelik rızâları kumarla elde edilen malı helâl duruma getirmez. Aslında kaybeden taraf verdiğine razı görünse bile gerçekte içinde rızâ değil sadece derin bir teessür ve pişmanlık, tekrar şansını deneyerek kazanma, hiç olmazsa kaybını telâfi etme hırsı vardır. Bu sebeple de kumar, oynayanlar arasında gizli bir kin ve düşmanlık doğurur.

            Öte yandan kumar, yol açtığı maddî kayıpların yanı sıra zamanın ve zihnî enerjinin boşa harcanması sonucunu doğuran, iradeyi zayıflatan, hatta âdeta yok eden ve kişiyi ailesinden, çevresinden, temel insanî ve dinî görevlerinden çekip uzaklaştıran bir bağımlılık, bir kötü alışkanlık haline de kolayca gelebilmekte, kişiyi yalnızlığa, çevresiyle uyumsuzluğa sevketmektedir. Âyette kumarın kin ve düşmanlığa yol açtığının belirtilmesinin bir açıklaması da bu olmalıdır.

            Kumar ayrıca ekonomik gelişimini tamamlayamamış ülkelerde, işsizliğin, fakirliğin, sınıflar arası dengesizliğin büyük çapta olduğu toplum ve kesimlerde âdeta bir umut sömürüsü olarak salgın bir hastalık halini almakta, her defasında hem büyük bir kesim mağdur olmakta hem de hak etmeden, emek vermeden ve alın teri dökmeden zengin olan birkaç problemli kişi daha topluma eklenmektedir. Böylece kumar, toplumda sosyal örgü ve dayanışmanın zayıflamasında ve bencilliğin ön plana çıkmasında   da       olumsuz         bir       rol       üstlenmektedir.

            Yukarıda temas edilen olumsuzlukların hepsine her zaman yol açmasa ve önceleri hoş görülebilir oranda sakıncalar içerse de kumar giderek vazgeçilemeyen bir bağımlılığa götürdüğünden içkiyle mücadelede olduğu gibi çoğu zaman titiz ve kapsamlı bir karşı kampanya ile önü alınabilmektedir. Ayrıca bütün çabalara rağmen kumar, diğer birçok kötü alışkanlık gibi her dönemde müslümanlar arasında az veya çok varlığını sürdürmüştür. Bu sebeple İslâm bilginleri öteden beri Kur’an’da yasaklanan meysiri, hem kumarı hem de mahiyeti itibariyle kumar sayılamayacak bazı basit oyunları içine alacak derecede kapsamlı biçimde yorumlamışlardır. Kumar sayılmayan bazı oyun ve oyalanmaların kumar mesabesinde tutulması da herhalde içki konusunda olduğu gibi, toplumda hızla yayılma ve genç kuşakları etkisi altına alma temayülü gösteren kumarın önlenebilmesi için esasen meşrû olmakla birlikte ileride kumara dönüşebilecek şekil ve usullerin de peşinen yasaklanması gayretiyle           açıklanabilir.

            Kumarda şans ve tesadüfe bağlı olarak kazanç elde etme amacı ön plana çıkmakla birlikte oyun, eğlence ve hoşça vakit geçirme yönü de bulunmaktadır. Öte yandan İslâm’da oyun ve eğlence, meşruiyet dairesinde kalmak ve harama yol açmamak kaydıyla yani kural olarak câiz görülmüştür. Böyle olduğu için de haram ve helâl, yani kumar ve eğlence arasındaki ayırıcı çizgiyi belirleme özel bir önem taşımış ve müslüman âlimleri öteden beri meşgul eden bir konu olmuştur. Klasik kaynaklarda tavla ve satranç üzerinde yoğunlaşan cevaz tartışmaları gösterilen bu çabanın birer örneği sayılabilir.

 

 

 

HARAM KAZANÇ VE KUL HAKKI

Pek çoğumuz, çocukken yaz tatillerinde köyümüzü ziyarete gittiğimizde babaannelerimizin, “Yavrum, haram yemeyin!” deyişini ya da kendi mısır veya ayçiçeği tarlalarımızın bulunmadığı mevkilerden bizi uzak tutmaya çalışmasını dün gibi hatırlarız. Doğal olarak çocuk aklı ile “haram yemeyin” sözünün anlam derinliğini kavrayamaz, oyun alanlarımızın bile belirleniyor olmasını, belki özgürlüğümüzün kısıtlanması ve yaşam alanımızın daraltılması olarak görür, gönül koyardık.

Oysa o ak yüzlü ve pamuk ellilerin yaptığı, Müslümanlık şuurunun basit köy yaşantısındaki tezahürü ve günlük yaşantılarının her anında düstur edindikleri “haram lokma yememek” bilincinin torunlara aktarılmasından ve onları bu terbiye ile yetiştirme telaşından başka bir şey değildi. Ne kadar arı, temiz ve süzme bir Müslümanlık! Esasen İslam’ın özünü sinesinde barındıran bir tavırdır bu, Allah’a güvenin, el emeği, alın teri ve helal kazancın kıymetinin, haramın kenarında dolaşmanın riskinin, haram yiyenin dünyasının da ahiretinin de berbat olacağının ve hepsinin ötesinde kul hakkının öneminin ifadesidir bu refleksel tavır.

Helal olmayan kazançtan kaçınan kişi bilir ki mikroorganizmaların rızkını dahi tekeffül eden Allah, onun rızkını da takdir etmiştir. Ona düşen bu rızkı, yine Allah’ın belirlediği helal usullerle kazanmaya çalışmak, bu çalışmasının karşılığını da bol bol vermesi için Allah’a niyazda bulunmak ve akabinde de O’na şükretmektir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur: “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın...” (Hud, 11/6.) Bir başka ayette ise, “Ey iman edenler! Eğer siz ancak Allah'a kulluk ediyorsanız, size verdiğimiz rızıkların iyi ve temizlerinden yiyin ve Allah'a şükredin.” (Bakara, 2/172.) buyrulmaktadır. İkinci ayetteki “iyi ve temiz”den kasıt, yiyeceklerin temizleri ve kimsenin hakkı geçmeyerek meşru şekilde kazanılan helallerdir. Peygamberimiz de “Ey insanlar! Allah’tan korkun ve (dünyalık) talebinizi güzel yapın! Gecikmiş olsa bile hiçbir nefis rızkını tam olarak elde etmeden ölmeyecektir! Allah’tan korkun ve talebinizi güzel yapın! Rızkın helal olanını alın, onun haram olanını bırakın!” (İbnMace, Ticarat, 2, 2144.) buyurmuştur.

En hayırlı rızık helal yoldan elde edilen, kişinin el emeği ve alın teri dökerek elde ettiği kazançtır. Bu hakikati beyan sadedinde Peygamber Efendimiz, “Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir lokma yememiştir.” (Buhari, Büyu, 15.) buyurur. Helal kazanç ile ilintilendirilen el emeği ve alın teri günümüzde nispeten sembolik ifadeler olarak değerlendirilmelidir. Yoksa bu ifadelerin bizatihi kişinin bedensel gayreti ile yorularak ve alnı terleyerek elde ettiği kazançla özdeşleştirilmesi, insanlığın ihtiyaç duyduğu bütün alanlarda elde ettiği gelişmişlikte payı bulunan diğer pek çok meslek erbabının mesaisini kapsam dışı bırakır ki, kastedilen bu olmasa gerektir. Bu kapsama helal-haram mefhumunu gözeterek işini yapan demirci ustası ve rençper girdiği gibi, öğretmen, mühendis, doktor, avukat, bilim insanı ve siyasetçi vd. bütün meslek erbabı da dâhil olur.

Günümüzde helal olmayan kazanca karşı iştiyak artmış, en azından haram kazanç ile ilgili dikkatsizlik maalesef çoğalmış görünmektedir. Esasen bu vahim durum Hz. Peygamber tarafından haber verilmiştir: “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o devirde kişi ele geçirdiği malın helaldenmi, yoksa haramdan mı geldiğine aldırış etmeyecektir.” (Buhari, Büyu, 7.)

Yaşadığımız devir, helal ve haram mevzuunda Müslümanın daha da hassaslaşmasını gerektirmektedir. Bu konuda gösterilecek hassasiyetin, iki şekilde davranış biçimine dönüşebileceğini yine Peygamberimiz belirlemiştir. Bunlardan birisi şüpheli şeylerden kaçınmak, diğeri ise haramın etrafında dolaşmamak, ondan uzak durmaktır. (Buhari, Büyu, 2.)

Haram kazanç insan ile Rezzak olan Allah arasında perde olur, o kimsenin dünyevi ya da uhrevi konularla alakalı dua ve münacatı cevapsız kalır. Allah korusun, kişi kazancının kaynağına dikkat etmezse ahiret hayatında nasipsiz kalması mukadderdir. Bu feci akıbeti de şöyle haber veriyor Rasulüllah Efendimiz: Bir kimse (Hak yolunda) uzun sefere çıkar, saçları dağılmış, toza toprağa bulanmış bir hâlde ellerini semaya uzatarak: “Ya Rabbi, ya Rabbi!” diye dua eder. Hâlbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram (hâsılı) kendisi haramla beslenmiş olursa, böyle bir kimsenin duası nasıl kabul edilir?” (Müslim, Zekât, 19.) Buna mukabil kazancının helal olmasına, zerre kadar haram ve kul hakkı karışmamasına dikkat eden bir kimse için de bütün bariyerlerin ve perdelerin kaldırılacağı ve bu şekilde varsa günahlarının affedileceği de bir başka nebevi müjdede şu ifadelerle yer almaktadır: “Kim elinin eme- ğini yiyerek gecelerse günahları affedilmiş olarak gecelemiş olur.” (El-Münziri, et-Terğibve’tTerhibmine’l-Hadisi’ş-Şerif, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1417, II/335.)

İşte torunun, komşusunun ağacından bir erik, tarlasından bir mısır almasının haramlığı hususunda ninelerimizin gösterdiği hassasiyet, aslında ecdadımızın iliklerine kadar işleyen İslam şuurunun, helal-haram bilincinin ve takvanın bir tezahürüdür ve asla ifrat olarak değerlendirilmemelidir. Bir kere o tek bir erik tanesi de olsa, bir tek mısır koçanı da olsa bize ait değilse ve sahibinin izni de yok ise helal değildir. O başkasının malıdır ve kullanma hakkı da sadece ona aittir; yani kul hakkı vardır onda; öyle olunca da izinsiz alınması haramdır.

Esas itibarıyla haram yoldan elde edilen pek çok kazanç ve menfaatte kul hakkı ve zulüm mutlaka vardır. Arkadaşının izni olmadan eşyalarını kullanan ya da kopya çekerek sınıfını geçen öğrencinin kazancı haramdır ve kul hakkı yemiştir.

Bir buluşu, kitabı, şiiri ya da şarkıyı sahibinin izni olmadan almak, kullanmak, hele hele bunu çoğaltıp piyasaya sürmek haram kazançtır ve kul hakkını yemektir.

Bir ürünün kusurlarını söylemeden veya maliyetini yüksek göstererek satmak, haram kazanç elde etmek ve kul hakkı yemektir.

Bir memurun mesai saatleri içinde, mevzuatta tanımı yapılmamış bir işle meşgul olması veya devletin araç, gereç ve malzemesini özel işinde kullanması kazancına haram bulaştırması ve kul hakkı yemesidir.

Sözün özü haram kazanç günahtır. Haram lokma yiyen insan ilahî azaba düçar olur. Kul hakkı yiyerek haram kazanmak ise günahı katmerleştirir. Kamu mallarından, yani milletin malından haksız kazanç sağlamak ise herhâlde haram lokmanın ve kazancın en vahimidir. Bu ise insanı uhrevi iflasa ve neticede cehenneme götürür. (Buhari, Mezalim, 10; Müslim, Birr, 59.)

 



            

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: