• resmi ilanlar

RAMAZAN SOHBETLERİ

22/06/2015 11:00

...

TAKVA- İHLAS- SAMİMİYET

İlahi rahmetin, bereketin, mağfiretin üzerimize sağnak yağmur gibi yağdığı bir zaman dilimine girmiş bulunmaktayız. Gönüllerin ilahi rahmet ve mağfiretle yıkandığı, kulun kendisini Allah’a yaklaştırdığı, kulluğunu, ibadetlerini ve hayatını sorguladığı manevi bir atmosferdeyiz. Orucuyla, mukabelesiyle, teravihleriyle, iftarıyla, sahuruyla Allah’a karşı olan kulluk sözleşmesini yenilediğimiz bir aydayız. Bu kulluğun en temelinde ise Kur’anî ifadelerle “takva, ihlas ve samimiyet” bulunmaktadır. İslam’ın emrettiği bütün ibadetlerin sebeb ve gayesi bunlardır. Bu aya özel bir ibadet olan orucun farz kılındığı ayette Yüce Mevla buna işaret etmektedir. “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı.” (Bakara, 183)

Bir şeyi korumak, sakınmak, ıslah edip düzene koymak gibi anlamlara gelen takva, Allah’a boyun eğerek yasakladığı şeylerden kaçınmak, Allah’ı sevmek, O’na saygı duymak, O’nun rızasına nail olmayı ümit ve azabına maruz kalmaktan endişe etmektir.  Kur’an’ın ifadesiyle insan için en hayırlı rızıktır takva. (Bakara, 197) Bireyin iç dünyasını huzura kavuşturan, kişiye davranış ahlakı ve sorumluluk duygusu kazandıran üstün bir erdemdir. Kur’an’da en çok adı geçen kavramlardan olan takva,  insanı haddi aşmaktan ve günaha düşmekten koruyan bir kalkandır. Takva kulun Allah’a karşı olan sorumluluk bilincidir. Kur’an-ı Kerim’deki takva ile ilgili ayetlerden, onun üç aşamalı olarak gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Bunlardan birincisi, şirkten sakınmaktır. Kul Yüce Allah’a iman edip ona ortak koşmaktan sakınarak her türlü esenlik ve güvene sahip olur.(Fetih, 26) Takvanın ikinci derecesi, her türlü günah ve masiyetten kaçınmaktır. Bu takva, büyük günahları işlemekten ve küçük günahlarda ısrar etmekten sakınmakla gerçekleşir. (A’raf, 96) Üçüncü mertebedeki takva ise insanın kalbini Yüce Allah’tan uzaklaştıran veya meşgul eden her türlü işten uzaklaştırmasıdır. (Al-i İmran, 102, Teğabun, 16) Böylece bütün benliğiyle Allah’a yönelen insan, O’nun katında en yüksek mertebeyi elde eder. (Hucurat, 13)

Takva, salt bir korku olamayıp, Allah’a karşı derin bir saygı ve her tür davranışta onun rıza ve hoşnutluğunu gözetme duygusudur. Takva duygusu kalbe yerleştiği zaman, akıl hayatla ilgili bütün tasarımlarını ona göre yapmaya başlar. Takva, Allah’ın inanan kulları için hazırladığı bir yarış platformu gibidir. Bu yüzden Allah bizleri takva sahibi olmaya ve takva üzere yarışmaya davet eder. (Maide, 2)

Bu yarışta bütün hayırlı neticelerin başı niyettir. Niyetin özünü ise ihlas ve samimiyet oluşturmaktadır. İhlas ve samimiyet genellikle beraber kullanılan hatta çoğu zamanda birbirinin yerine kullanılan özel iki kavramdır. Samimiyet kelimesi; “içtenlik, candan davranmak, art niyetsizlik, menfaatsizlik, riyasızlık, açık yüreklilik” gibi anlamlara gelir. İslam kültüründe konu daha çok ihlas kavramı ile dile getirilmiştir. İhlas ise sözlükte hulus/ halas kökünden türetilmiş olup “bir şeyi, içine karışmış ve değerini düşürmüş olan başka şeylerden temizleyip arındırmak, saflaştırmak” anlamlarına gelir. Terim olarak “ ibadet ve iyilikleri riyadan ve çıkar kaygılarından arındırıp sadece Allah için yapmak demektir. İslami literatürde ihlas daha geniş olarak şirk ve riyadan, batıl inançlardan, kötü duygulardan, çıkar hesaplarından ve genel manada gösteriş arzusundan kalbi temizlemeyi, her türlü hayırlı faaliyete iyi niyetle yönelmeyi ve her durumda yalnızca Allah’ın rızasını gözetmeyi ifade eder.

İhlas ve samimiyet mü’min için çok önemlidir. Bu özellikler ayetlerde övülmüş (Nisa, 146; Bakara, 112) ve Peygamber Efendimizin hayatında ise bizzat kendisi yaşayarak bize örnek olmuştur. Ashab-ı Güzinle birlikte bizleri de bu noktada eğitmiştir.

Peygamber Efendimizin “Sen bendensin, ben de senden!” diyerek övdüğü sahabi Ebu Ümame el-Bahili’nin anlattığına göre, bir adam Peygamberimize gelerek, “Şöhret ve kazanç (ganimet) elde etmek için savaşan kimse hakkında ne dersin?” diye sordu.  Resulullah (sav) “Onun için hiçbir şey yoktur.” dedi. Adam sorusunu üç defa tekrarladı. Allah Resulü de her defasında “Onun için hiçbir şey yoktur.” diyerek böyle bir adamın mükafat elde edemeyeceğini belitti ve ardından şöyle buyurdu. “Allah, ancak samimiyetle sadece kendisi için ve rızası gözetilerek yapılan ameli kabul eder.” (Nesai, Cihad, 24).

“Mü’minin niyeti (maksat ve ihlâsı) amelinden hayırlıdır.” (Taberani, el-Mu’cemü’l-Kebir,V,185) Çünkü bunlar, kalbin amelidir. İslâm nazarında da amellerin değeri, onların ortaya çıkmasına sebep olan niyet ve ihlâs ile ölçülür. Yâni bir fiilin ortaya çıkmasında onu yapan kişinin maksadı ne ise, hüküm ona göredir. Nitekim yine Peygamberimiz bu gerçeği pekiştirmek için: “Ameller, niyetlere göredir.” buyurmuştur.

Bu itibarla başta ibâdetler olmak üzere bütün hayırlı amellerin, Allâh rızâsı kasdolunarak yapılması asıldır. Bu da, ihlâs ve samimiyet ile mümkündür. İhlâs, amelleri sırf rızâ-ı ilâhîyi kasdederek yerine getirmek ve onların üzerine nefsânî gâyelerin gölgesini idüşürmemektir. Beden için rûh ne ise, amel için ihlâs da o mesâbededir. İhlâssız amel, özden mahrûm kuru bir yorgunluktan ibarettir. Ameller ancak ihlasla ve Allah’ın rızası gözetilerek yapıldığında bir değer taşır. Böylelikle de ihlas, kulları en büyük hayır olan ilâhî rızâya nâil eyler.

Allâh’ın kullarının amellerinden murâdı ancak kendi rızâsına yönelten ve sevkeden  ihlâsdır. Âyetler bunu bize açıkça göstermektedir.

“(Ey Rasûlüm!) Şüphesiz ki Kitâb’ı sana hak olarak indirdik. O halde sen de dîni Allâh’a has kılarak ihlâs ile kulluk et!..” (Zümer, 39/2)

“De ki: Ben, dîni Allâh’a has kılarak ihlâslı bir şekilde O’na kulluk etmekle emrolundum.” (Zümer, 39/11)

Huzûr-i ilâhîden kovulan iblîs:

“Dedi ki: Ey Rabbim! Andolsun ki, beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günâhları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım.”

“Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesnâ!..” (el-Hicr, 39-40)

Âyette ifâdesini bulduğu gibi şeytan, ancak ve ancak ihlâsta zaaf gösterenlere musallat olabilmektedir. İhlâslı kullara ise, hiçbir te’sîri mümkün değildir.

 Ve işte büyük fırsat! Ramazan ayı... Ramazan bizlere, her yıl yeni bir can yeni bir ruh üflemek için gelir. Âdeta bütün yeryüzünü bir mabede dönüştürür. İradelerimizi eğiten bir mektep, bir okul olur. Bu mektebin gayesi rahmettir, mağfirettir, arınmaktır, takvadır; ihlastır, samimiyettir.  Allah’ın insanda en çok sevdiği özellik olan takvaya ulaşabilmenin yollarından biri önümüze konuldu. Bu nedenle Ramazan ayına yetişebilen müminler olarak hepimiz, büyük bir ikramla karşı karşıya olduğumuzu bilmeliyiz.

Ramazan ayının getirdiği bütün güzelliklerin hayatımızda yer etmesini, temenni ediyor; rahmet, mağfiret ve bereket ayının tüm inananlar ve insanlık için hayırlar getirmesini, barış ve mutluluğa, Müslümanların kurtuluşuna vesile olmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum.  

                                                                                          Hatice KINIK

                                                                                             İl Vaizi

 

 

                              HAKİKİ SEVGİ: ALLAH’I SEVMEK, ALLAH İÇİN SEVMEK

 

Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.s)’e biri gelerek, “Kıyamet ne zaman kopacak?” diye sordu. Resûlullah (s.a.s), “Kıyamet için ne hazırladın?” karşılığını verdi. Adam, “Allah ile Resûlü’nün sevgisini!” dedi. Bunun üzerine Kutlu Elçi, “Sen sevdiklerinle berabersin!” buyurdu.

Merhamet Peygamberi, müminleri müjdeliyordu bu cevabıyla; gönüllerini hakiki sevgiyle, Allah ve Peygamber sevgisiyle dolduran ve bu sevgiyle yaşayan müminleri... O, böylelerinin de Allah ve Resûlü tarafından sevileceğini haber veriyordu.

En güzel dualardan örnekler sunan Efendimiz (s.a.s), bir defasında da şöyle yakarıyordu Rabbimize:

“Allah’ım senden seni sevmeyi, seni seven kişiyi sevmeyi, senin sevgine ulaştıran ameli yapmayı isterim. Allah’ım senin sevgini bana kendimden, ailemden daha sevimli eyle...”

Rahmet Peygamberi (s.a.s), bu dua ile bütün mahlukata karşı sevgi ve muhabbetle muamele etmemizi öğütlüyordu bizlere.

Sevgi, Yüce Yaratan’ın, mahlukata bahşettiği ilahi bir lütuftur, nimettir. Sevgiyi kullarının kalplerine yerleştiren Rabbimiz, özü itibariyle bütün sevgilerin kaynağıdır. O, Vedûd’dur; hem seven hem sevilendir. Bu sevgi sayesinde O, tüm varlıklara rızık verir. Bu sınırsız sevgi ve merhameti ile biz kullarına yardımcı olur ve bizi bağışlar.

Alemlerin Rabbi, “Mağfireti çok, sevgisi engin olandır.” Sınırsız lütuf ve kerem sahibidir. O, kulunu sevdiğinde kendisinden istediğini ona verir. Kendi rahmetine sığındığında onu korur. Bağışlanma dilediğinde onu affeder. Yeter ki kul, istemeyi bilsin; Rabbine iltica eylesin. Yönünü O’na dönsün, gönlünü O’na açabilsin.

Müminin yüreği her daim Allah sevgisi ile titrer. Bu sevgi, sadece kalpte hissedilen bir duygu olarak kalmaz; tutum ve davranışlara, söz ve düşüncelere yansır. Kalbini Allah sevgisi kuşatan bir mümin, rahmeti kuşanır. O emindir; ondan endişe edilmez. Onun dili kötü ve çirkin sözlere karşı kilitli, hayra ise açıktır. Bu özelliklere sahip bir mümin, “İman edip, salih amel işleyenler var ya, Rahmân olan Allah onları (gönüllere) sevdirecektir.” âyetinin müjdesine mazhar olur. Rabbi, önce kendi sever onu, sonra da mahlukatına sevdirir. Rahman, böylelerini hakiki sevgilere erdirir.

Ne hazindir ki, günümüzde insanlık sevgisizlik girdabına kapıldı. Sevgi, canlı cansız bütün yaratılmışlardan esirgenir oldu. Allah’ın gönüllerimize yerleştirdiği, Resulü’nün bizlere öğrettiği sevgi çokları tarafından unutuldu. Sevgiden nasibini alamayan kalpler kaskatı kesildi ve bencilleşti. Günümüzde niceleri, hazzı ve huzuru maddede arar oldu. Bunun neticesinde de ilahi bir lütuf olan sevgi yalana, çıkara, içi boş sözlere kurban edilir hale geldi. Kalplerinde sevgi, şefkat ve merhamete yer olmayanların iyilik, yardımseverlik, fedakârlık ve merhamet hisleri de köreldi. 

Allah sevgisinden, şefkatten, merhametten, manevi değerlerden yoksun yetişenlerin ibretlik akıbetlerini insanlık son zamanlarda hep birlikte müşahede ediyor. Böyleleri, kendisi, ailesi, çevresi, toplumu ve bütün insanlığa zarar vermekten geri durmuyor. İslam’ın rahmet yüklü mesajlarını özümsemeyenlerin sergiledikleri şiddet, terör,  vahşet, katliam olayları, insanlığın geleceğini tehdit ediyor.

Bu olumsuzlukların yegâne reçetesi artık İslam’ın sevgi, şefkat, merhamet, adalet yüklü mesajlarına sımsıkı sarılmaktır. Yüce dinimizin insanlığa takdim ettiği örnek ümmet olmak için çaba sarf etmektir. “Yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevme” düsturunu benimseyebilmektir. İnanmış gönüller olarak bizim sevgilerimizin kaynağı ilahi sevgidir. Bunun tezahürü ise birbirimizi çıkarsız, riyasız ve hesapsızca sevebilmektir. Kendimiz için istediğimizi kardeşimiz için de isteyebilmektir. Fitne, fesat, kaos, huzursuzluk ortamı oluşturarak kardeşliğimizi, birlik, dirlik ve beraberliğimizi, ülfet ve muhabbetimizi yok etmek isteyenlere asla fırsat vermemektir.

Bizler, hakiki bir sevgi ile Rabbimizi ve birbirimizi sevdiğimizde, günümüzün sevgi yoksulu dünyası içi boşaltılmış, samimiyetten uzak sevgi ve saygılara mahkum olmaktan kurtulacaktır. Merhamet ikliminden yoksun olanların acımasızca akıttığı kanlar, ürettiği vahşetler işte o zaman duracaktır. Körelmiş zihinlerin, kararmış kalplerin neden olduğu savaşlar ancak o zaman son bulacaktır. Düşmanlıklar yerini kardeşliğe bırakacak, nefret şefkate dönüşecektir.

Unutmayalım ki; Allah’ı sevenlere, Allah için birbirini sevenlere asla korku ve hüzün yoktur. Böyleleri, dünyada huzur ve barış içinde bir ömür süreceklerdir. Ve onlar, Rabbimizin şu büyük müjdesine nail olacaklardır: “Sırf benim için birbirini seven, benim rızam için toplanan, benim rızam uğrunda birbirini ziyaret eden ve sadece benim rızam için sadaka verip iyilik edenler, benim sevgimi hak ederler

 

 



Müslim, Birr ve Sıla, 161.

Tirmizî, Deavât, 72.

Bürûc, 85/14.

Meryem, 19/96.

Muvattâ, Şa’r, 16.

 

 

 

İNSANI İYİLİK YAŞATIR

 

Ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir.”[v]

Hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Yaptığı iyiliği kendisini sevindiren, kötülükleri de kendisini üzen kimse gerçek bir mü’mindir.”[v]

İslam medeniyetinde iyilik, var oluşun gayesidir. Âlemlerin Rabbi, bizi yeryüzüne iyi insan olalım, iyiliği egemen kılalım diye gönderdi.

“İyilik” gündelik hayatımızda daha çok “hayır” kavramıyla ifade edilir. “Hayır” deyince her türlü iyi, güzel, faydalı, erdemli tutum ve davranışı anlarız. “Hayır işlemek”, iyilik yapmak anlamına gelir. Amacı insanlara iyilik ve yardım etmek olan gönüllü kuruluşlara “hayır kurumu” deriz. İnsanlara iyi dileklerimizi aktarırken “hayırlı olsun” temennisinde bulunuruz. Yola çıkan kimseyi “hayra karşı” sözüyle uğurlarız. Rüyaları “hayra yormak” isteriz. İyiliğini gördüğümüz insanlara hayatlarında “hayır dua” eder, vefatlarından sonra onları “hayırla yâd” ederiz. Her türlü iyiliğin O’nun elinde olduğunu bildiğimizden, “Hayırlısı Allah’tan!” deriz. “Hayırlı evlat”, ailevî ve manevî değerlerine sahip çıkan iyi çocuklar için kullandığımız bir tabirdir. “Hayırhâh” insan, herkesin iyiliğini isteyen, iyiliksever kişidir. Muhammed Mustafa (s.a.s) “hayru’l-beşer”dir; o, insanların en iyisidir.

Yüce dinimize göre sadece iyi olmak yetmez. Sadece kendimize iyi olmak yeterli görülmez. Bütün Müslümanlardan istenen, iyi değerler üretmek ve o değerlere öncülük, rehberlik yapmaktır; kötülükleri iyilikle ortadan kaldırmaktır. Kerim Kitabımız, böyle yapıldığı takdirde en azılı düşmanlıkların en sıcak dostluklara dönüşeceğini haber verir bizlere. Bu güzel davranışın, hayır ve olgunluk sahibi kişilerin bir alameti olduğunu bildirir.[v]

Peygamber Efendimiz (s.a.s) de “Her iyilik sadakadır.”[v] buyurarak bitmez tükenmez çeşitleri olan iyiliğin insana kazandırdığı sevaba işaret eder. Rahmet Elçisi, “Allah’ım! Beni iyilik yaptığında sevinç duyan, kötülük yaptığında da bağışlanma dileyen kullarından eyle”[v] niyazıyla aslında hepimizin birer iyilik neferi olmamızı ister.

Bizler, iyiliği yeryüzüne öğreten, iyiliklerle gönülleri fetheden bir medeniyetin mensuplarıyız. Bu medeniyet, insanı yaşat ki devlet yaşasın anlayışıyla yeryüzünü imar etmiştir. Bu medeniyet, ulaştığı her yeri, mescit ve camiler, vakıflar, hanlar, hamamlar,  imarethaneler, yetimhaneler, şifahaneler, mektep ve medreseler, çeşme ve sebiller, köprü ve kervansaraylarla donatmıştır. Bu medeniyetin mensupları, iyiliğe öncü, iyilere yol arkadaşı olmayı kendilerine hep şiar edinmişlerdir. Bizim medeniyetimiz, insan onur ve haysiyetini incitmemek adına ihtiyaç sahipleri için sadaka taşlarını düşünecek kadar ince bir anlayışa sahiptir. Bizim medeniyetimiz, soğuk kış günlerinde barınmaları için kuşlara ev yapacak kadar merhameti kuşanmış bir medeniyettir.   

Ancak ne hazindir ki, bugün iyiliğin hayat bulduğu topraklardan, iyilerin imar ettiği kimi şehirlerden kan ve barut kokusu yayılıyor. Kötülükler, dünyanın dört bir yanını her geçen gün kuşatıyor. Bu manzara karşısında, İslam âlemi, bugün insanlığa karşı “iyilik teklifi”ni bir kez daha yenilemek zorundadır. Zamana tanıklık eden ve “Ben Müslümanım” diyen herkes, iyiliğin yeniden bu coğrafyada ve bütün dünyada hâkim kılınması için seferber olmalıdır. Her bir mümin, en yakın çevresinden başlamak üzere her işinde hayra anahtar, şerre kilit olmayı kendine ilke edinmelidir.

Gümümüzde iyilik kavramı, iki büyük tehlikeyle karşı karşıya kalmıştır. Bu tehlikelerden birincisi, iyiliğin, kişinin kendi faydası ve menfaatine şeyler olarak algılanmaya başlamasıdır.

İkinci tehlike ise, sadece Allah rızası için yapılması gereken hayrın ve hayırseverliğin yerini zaman zaman bilinçli ya da bilinçsizce reklam ve gösterişin almasıdır.

Bu olumsuzluklar karşısında bugün yapılması gereken, yaratılış sebebi ve varoluş gayesini dikkate alarak insanın değeri ve onurunu yeniden yüceltmektir. Unutmayalım ki, İslam’ın iyilik anlayışını, sevgi, barış, merhamet ve adalet yüklü mesajlarını yeniden bütün yüreklere yerleştirmek, inananlar olarak hepimizin sorumluluğudur.

 “Allah’ım! Yaşamayı benim için her türlü iyiliği artırma vesilesi yap. Ölümü de benim için her türlü kötülükten kurtuluş sebebi yap!”[v]

[v] Mâide, 5/2.

[v] Tirmizî, Fiten, 7.

[v] Fussilet, 41/34-35.

[v] Müslim, Zekât, 52.

[v] İbn Mâce, Edeb, 57.

[v] Müslim, Zikir 75.

 

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: