• resmi ilanlar

CUMA SOHBETLERİ

14/05/2015 13:00

Bolu İl Müftülüğü vaizlerinden Harun Bakan ve Kadir Öztürk’ün hazırladığı ‘Cuma Sohbetleri’nin bu haftaki bölümü Bolu Express’te

 

KULUN ALLAH’A YÜKSELİŞİ

İSRA VE Mİ’RA

“Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed'i) bir gece Mescid-i Haram'dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren Allah'ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz o, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” İsra, 17/1.

 Hz. Peygamber’in Mekke’deki Mescid-i Harâm’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya götürülmesi şeklinde gerçekleşen olağan üstü olay İslâmî kaynaklarda, metindeki ilgili fiilin masdarı olan ve “geceleyin yürüme, gece yolculuğu” anlamına gelen isrâ kelimesiyle anılır. Bu yolculuğun, hadislerde anlatılan “göklere yükseltilme” safhasının da dahil olduğu tamamı ise “yükselme, yukarı tırmanma” anlamındaki urûc kökünden türetilmiş olan ve “yükselme vasıtası, aleti” mânasına gelen mi‘râc kelimesiyle ifade edilir.

Hz. Muhammed’in peygamber olmasıyla birlikte putperestlerin müslümanlar üzerinde kurduğu baskılar, muhtemelen risâletin 6. yılından itibaren Peygamber ailesiyle az sayıdaki müslümanlara karşı ekonomik ve sosyal bir boykota dönüştü. Üç yıl süren ve büyük acılara sebep olan bu boykotun ardından Resûlullah, kısa aralıklarla eşi Hz. Hatice ile amcası ve hâmisi Ebû Tâlib’i kaybetti. Dolayısıyla bu yıla hüzün yılı denildi. Bu acılı olayların ardından Allah Teâlâ, bir bakıma resulünü, sabır ve tahammülü dolayısıyla hem teselli etmek hem de ödüllendirmek istedi ve bunun için genellikle mi‘rac diye anılan büyük mûcizevî olayı gerçekleştirdi.

İsrâ sûresinin 1. âyeti ile Necm sûresinin ilk âyetleri mi‘rac olayına işaret etmektedir. Aynı konuda hadis mecmualarında da kırk beş kadar sahâbî vasıtasıyla bizzat Hz. Peygamber’den bilgiler nakledilmiştir. Yaygın kabule göre mi‘rac, peygamberliğin 12 veya 13. yılında vuku bulmuştur. Konuyla ilgili çok sayıda hadis bulunmakta olup özellikle Buhârî’nin el-Câmiu’s-sahîh’inde (“Salât”, 1; “Bed’ü’l-halk”, 6; “Tevhîd”, 37) yer alan hadislere göre bir gece Hz. Peygamber Kâbe’nin avlusunda (diğer bazı rivayetlerde amcasının kızı Ümmühânî’nin evinde) “uyku ile uyanıklık arasında bir durumdayken” Cebrâil yanına geldi, göğsünü açarak kalbini zemzemle yıkadı, sonra Burak denilen bir binek üzerinde onu Kudüs’e götürdü. Resûlullah’ı burada önceki bazı peygamberler karşıladılar ve onu kendilerine imam yaparak arkasında topluca namaz kıldılar. Daha sonra semaya yükseltilen Resûlullah, semanın birinci katında Hz. Âdem, ikinci katında Hz. Îsâ ve Hz. Yahyâ, üçüncü katında Hz. Yûsuf, dördüncü katında Hz. İdrîs, beşinci katında Hz. Hârûn, altıncı katında Hz. Mûsâ, yedinci katında ise Hz. İbrâhim ile görüştü. Kur’an’da “sidretü’l müntehâ” (hudut ağacı) denilen ve bir görüşe göre yaratılmışlarca bilinebilen alanın son sınırını işaretlediği kabul edilen hudut noktasının ötesine, Cebrâil’in geçme imkânı olmadığı için Hz. Peygamber refref denilen bir araçla tek başına yükselmesini sürdürdü. Bu sırada kendisine evrenin sırları, varlığın kaderiyle hükümlerin tesbiti için görevlendirilmiş olan meleklerin çalışmaları gösterildi. Nihayet bir yoruma göre bir beşerin insan olma özelliğini koruyarak Allah’a yaklaşabileceği son noktaya kadar yaklaştı.

Peygamber’in rabbine selâm ve ihtiramını arzettiği, Allah’ın da ona selâmla hitap ettiği ve inananlara esenliklerin dile getirildiği “Tahiyyat” duasındaki diyaloğun mi‘rac olayı sırasında gerçekleştiği kabul edilir. Mekândan münezzeh olan Allah Teâlâ ile Kur’an’ın “âlemlere rahmet” olarak gönderildiğini bildirdiği Hz. Muhammed arasında, insan idrakinin kavramaktan âciz olduğu bir şekilde gerçekleşen bu buluşma sırasında Resûlullah’a, içlerinden günahkâr olanlar –eğer affedilmezlerse– bir süre cehennemde cezalandırıldıktan sonra bütün ümmetinin cennete kabul buyurulacağı müjdelendi. Ayrıca kendisine bir hediye olarak Bakara sûresinin “Âmene’r-resûlü...” diye başlayan son iki âyeti verildi ve İslâm’ın temel ibadetlerinden beş vakit namaz emredildi. Bazı rivayetlere göre mi‘racdan dönüş sırasında kendisine cennet ve cehennem ile buralarda bulunacak insanların durumları gösterildi. Nihayet Hz. Peygamber Mekke’den ayrıldığı noktaya getirildi.

Söz konusu hadislerin baş kısmında yer alan ve mi‘racın Hz. Peygamber “uyku ile uyanıklık arasında” bir durumdayken başladığını, uyandığında kendisini Mescid-i Harâm’da bulduğunu belirten ifadeler dolayısıyla bu olayın uykuda mı uyanıkken mi, ruhen mi bedenen mi olduğu erken dönemden itibaren tartışılmıştır. Müfessirlerin çoğunluğu mi‘racı Hz. Peygamber’in hem bedeniyle hem de ruhuyla uyanıkken yaşadığı bir olay olarak kabul etmişlerdir. Miracın uykudayken veya uyanık iken ruhen vuku bulduğunu söyleyenler olmuştur. Doğru olsa bile bu iddia miraç mûcizesinin değerini ve önemini azaltmaz. Çünkü genel bir ilke olarak vahiy yollarından birinin de rüya olduğu kabul edilir. Nitekim bu sûrenin 60. âyetinde mi‘rac olayı kastedilerek “sana gösterdiğimiz rüya ...” şeklinde bir ifade yer almaktadır. Buradaki rüya kelimesinin uyanıkken görme anlamına gelebileceği gibi bundan uykuda görülen rüyanın kastedilmiş olabileceği de belirtilmektedir. Ayrıca Hz. İbrâhim de oğlu İsmâil’i kurban etme emrini rüyasında almıştı (Sâffât 37/102).

Ancak, mi‘rac Hz. Peygamber’in tamamen mûcizevî bir tecrübesi olduğundan onu illâ da aklın kalıpları içinde açıklamanın gerekli olmadığı muhakkaktır. Taberî’ye göre Allah, kulunun ruhunu değil, mutlak bir ifadeyle kulunu geceleyin götürdüğünü ifade buyurduğuna göre, “Peygamber sadece ruhuyla mi‘raca çıkmıştır” diyerek âyetin anlamını sınırlamaya hakkımız yoktur.

Bu olağanüstü yolculuğu ve yolculuk esnasında yaşadıklarını anlattığında müşrikler Peygamber Efendimiz (sav)’e inanmadılar, yalanladılar ve alay ettiler. İçlerinden Mescid-i Aksa’yı bilenler; “Bize Mescid-i Aksa’yı anlatır mısın?” şeklinde sorular soruyorlardı. Allah Resûlü, bu sorular karşısında Kabe’nin bitişiğindeki Hicr’de ayağa kalktı. Allah Beytü’l-Makdis’i gözünün önüne getirdi. Hz. Peygamber de ona bakarak özelliklerini Kureyş’e anlatmaya başladı. Şaşkınlıklarını gizleyemeyen müşrikler, “Vallahi anlattıkları doğru.” demekten kendilerini alamadılar. 

Bir kısım insanlar da Hz. Ebubekir (ra)’a gelip, “Arkadaşının geceleyin Beytü’l-Makdis’e götürüldüğünü zannetmesinden haberin var mı?” diye sordular. “Böyle mi söylüyor” diye soran Hz. Ebubekir (ra), “Evet” cevabını aldığında, “Eğer bunu o söylüyorsa doğrudur.” diyerek, iman ve teslimiyetin en güzel örneğini ortaya koydu. İşte bu teslimiyeti, kendisine “Sıddîk” lakabının verilmesine sebep oldu.

Hazreti Peygamber yaşadığı bu metafizik tecrübeyle sahipsiz olmadığına inancı ve güveni tazelenmiştir. Müşrikler onun yanında yer almasalar da Yüce Allah (cc) Peygamberinin yanında olduğunu göstermiştir. Mirac ile, eşini ve amcasını kaybettiği “Hüzün Yılı”nda Mekke’de bunalan Sevgili Nebi’ye şevk verilmiştir.

Hz. Peygamber, yaşadığı bu olağanüstü yolculuktan sonra ümmetine yeniden dönmüş ve onları da namaz ile Yaratıcılarına ruhen yükselmeye çağırmıştır. Müminler ise her namazda okudukları “Tahiyyat” ile Resûlullah’ın yaşadığı bu hadiseyi tekrar tekrar canlandırır ve Rableri katındaki yüksek mertebelere uzanmak için çırpınırlar adeta.

Evet, Mi’rac, bir yükseliştir. Kulun Allah nezdinde yükselişi. Kullar bu yükselişi hiç şüphesiz O’nun razı olacağı bir hayat ile gerçekleştirirler. İhlas ile, takva ile, ibadet ile, taat ile… Özellikle de namaz ile. Zira namaz mü’minin mi’racıdır.

           

           

           

            Abdullah b Mes’ud (ra) şöyle buyurmuştur: “İsra olayı gerçekleştiğinde Resûlullah’a üç şey verilmiştir: Beş vakit namaz ve Bakara Suresi’nin son ayetleri verilmiş, ümmetinden Allah’a şirk koşmayanların büyük günahları mağfiret olunmuştur.”

 

 

Mirac’da namazın elli vakitten beş vakte indirildiğine dair rivayet doğru mudur, doğruysa bu hadisi nasıl anlamalıyız?

Mirac Gecesi’nde namazın farz kılınışı ve elli vakitten beş vakte indirilişi ile bu esnada Peygamber Efendimizle Hz. Mûsa arasında geçen hadise, muteber hadis kaynaklarından Buhârî ve Müslim’in sahihlerinde rivayet edilmektedir. Hâdise özetle şöyle cereyan eder: İsra gecesi Hz. Peygamber Hz. Cebrail ile birlikte, semalara, yüce makamlara çıkarıldı ve kendisine mülk ve melekût âlemleri gösterildi. Burada Allah Teâlâ, müslümanlara elli vakit namazı farz kıldı. Dönüşte Hz. Mûsâ, elli vakit namazın ümmetine ağır geleceğini söyleyip Allah’tan onu hafifletmesini istemesini tavsiye etti. Namaz beş vakte indirilinceye kadar Hz. Peygamber (s.a.s.)’in huzur-i ilahiye müracaatı ve Hz. Mûsâ ile diyalogu devam etti (Buhârî, Salât, I; Enbiya, 5; Müslim, İman, 263).

Bu hadise bildiğimiz veya bilmediğimiz birçok hikmetleri içermekle birlikte bu hikmetlerden biri, beş vakit namazın sevabının, “Kim bir iyilik yaparsa, ona bunun on katı ecir vardır” (En’am 6/160) âyet-i kerimesiyle de ifade edildiği üzere 50 vakit sevabına denk olabilmesidir. Müslümanlar olarak bizlere farz kılınan ve her gün kılmakta olduğumuz beş vakit namaz, elli vakit namazın sevabına ulaştıracaktır.

 

KANDİLİMİZ MÜBAREK OLSUN

 

 

 

 

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: