• resmi ilanlar

CUMA SOHBETLERİ

30/04/2015 14:00

Bolu İl Müftülüğü vaizlerinden Harun Bakan ve Kadir Öztürk’ün hazırladığı ‘Cuma Sohbetleri’nin bu haftaki bölümü Bolu Express’te

İslam kültüründe seyahat

Söze, ünlü mezhep önderi İmâm Şâfiî’nin bir şiirinden birkaç mısraın çevirisiyle başlayalım:

“Akıl sahipleri bir yerde oturup kalınca rahat edemezler.

O halde odunu ocağı bırak da dışarılara çık, seyahat et.

Yolculuk et; ayrıldığın bazı şeylere karşılık yeni ve güzel

şeyler bulacaksın.

Yorul; çünkü hayatın tadı çekilen yorgunluklardadır.

Suyun yerinde durup kalmasının onu bozduğunu görürsün.

Su akarsa güzelleşir, akmazsa güzelliğini kaybeder

Aslan da ininden çıkmazsa aslanlığını kaybeder.

Ve ok yayından fırlamadan hedefini bulamaz.”

I- İSLÂMÎ LİTERATÜRDE SEYAHATLE İLGİLİ

KAVRAMLAR

a) Seyahat

“Suyun yerin üstünde sürekli akması” anlamındaki seyh kökünden masdar olan seyahat (siyâha), sözlüklerde “yürüme, gitme, ibadet edip ruhbanca yaşamak için yer yüzünde gezip dolaşma” şeklinde açıklanmakta; suyun yerin üstünde akıp durması gibi yolculuk eden de yer yüzünde gezip dolaştığı için ona sâih veya seyyâh denildiği belirtilmektedir.1 Yeni sözlüklerde seyahat kelimesiyle ilgili tanımları, “gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra başlanan planlı ve amaçlı yolculuk” şeklinde özetlemek mümkündür.

Kur’an-ı Kerim’de seyahat kavramı farklı kelime kalıplarıyla üç âyette kullanılmıştır. Bir âyette sîhû (seyahat ediniz) şeklindeki fiil kalıbıyla, putperestlere Mekke’de kalmaları için verilen mühletle ilgili olarak, “Yer yüzünde dört ay daha serbestçe dolaşın” meâlindeki cümlede yer alır.2 İkinci kullanımındaki seyahat kökünden sâihûn (seyahat edenler) kelimesi,3 Allah’ın hoşnutluğunu kazananların övgüye değer nitelikleri arasında geçmektedir. Tefsirlerin çoğunda kelimenin bu bağlamda “sâimûn” (oruç tutanlar) anlamında kullanıldığı, nitekim Hz. Peygamber’in kelimeyi bu mâna ile açıkladığı, Hz. Aişe’nin de “Bu ümmetin seyahati oruçtur” dediği belirtilmektedir. Buna göre seyahat edenler yolculukları sırasında duruma göre azıksız, aç susuz kaldıkları, eşlerinden ayrı düştükleri gibi oruç tutanlar da geçici bir süreyle bu zevklerden uzak durdukları için âyette bunların “sâihûn” diye nitelendirilmişlerdir.4 Üçüncü âyette5 yine seyahat kökünden sâihât (seyahat eden kadınlar) kelimesi de evlenilmeye değer kadınların iyi nitelikleri sıralanırken geçmekte olup, tefsirlerde çoğunlukla “oruç tutan kadınlar” veya “hicret eden kadınlar” diye yorumlanmıştır.6

Hadislerde seyahat ve aynı kökten değişik kelimeler, “suyun akıp gitmesi” şeklindeki sözlük anlamı yanında “gezme, dolaşma” mânasında da kullanılmıştır.7 “Seyahat ediniz, sıhhat bulunuz” mânasındaki bir hadis, sıhhati tartışmalı olmakla birlikte, kaynaklarda sık sık zikredilmiştir. Hz. Âişe’ye atfedilen bir rivayete göre, Hz. Ebû Bekir, Mekke döneminin zor günlerinde Habeşistan’a doğru seyahate çıkmış, yolda karşılaştığı bir zatın nereye gittiğini sorması üzerine, “Kavmim beni yurdumdan çıkardı. Yer yüzünde dolaşıp rabbime ibadet etmek istiyorum” demiştir.8 Bu rivayetten, daha o zamanlarda seyahatin bir ibadet fırsatı olarak görüldüğü anlaşılmaktadır.

b) Seyr

“Yürüme, gezip dolaşma” anlamına gelir. Kur’an’da, günümüzdeki tanımıyla, bir gayeye yönelik olarak girişilen nitelikli seyahati ifade etmek üzere seyr masdarından kelimeler kullanılmıştır.9 İlgili âyetlerde “Yer yüzünde gezip dolaşmazlar mı?..” gibi soru ifadeleriyle yahut “Yer yüzünde gezip dolaşın...” şeklindeki buyruklarla insanlar seyahat ederek gördüklerinden dersler çıkarmaya; özellikle kötülükleri, inkâr ve isyanları yüzünden yok olup gitmiş olan geçmiş kavimlerin bıraktığı kalıntılardan ibret almaya teşvik edilmektedir. Seyr ve türevleri “yürüme, gezip dolaşma” şeklindeki sözlük anlamıyla pek çok hadiste yer alır.10

c) Rihle

“Yürüme, gitme” anlamına gelen rihle kelimesi Kur’an’da bir âyette geçmektedir.11 Burada Mekkeli Kureyş halkının, saygın bir kabile olarak, yaz ve kış mevsiminde çeşitli ülkelere güven içinde seyahat edebilmeleri, bunu alışkanlık haline getirmiş olmaları Allah’ın onlara bir lütfu olarak gösterilmiştir. Müfessirlere göre burada Araplar’ın

Kelâbâzî’nin naklettiğine göre Ebü’l-Hasan Muhammed b. Ahmed el-Fâsî, tasavvufun on erkânından birinin de dünyanın muhtelif bölgelerini gezerek gördüklerinden dersler çıkarmak maksadıyla bol bol seyahat etmek olduğunu söylemiştir.

yazın Şam, kışın Yemen tarafına yapmayı adet haline getirdikleri seyahate işaret edilmiştir. Kelime hadislerde ve diğer İslâmî kaynaklarda da “seyahat” anlamında sık sık kullanılır.

d) Sefer

“Yolculuk etme” anlamına gelen sefer kelimesi, çoğunda bazı fıkhî hükümlerin yer aldığı yedi âyette “yolculuk” anlamında geçmektedir. Kelimenin çeşitli türevleri hadislerde de bol miktarda kullanılmıştır. Ayrıca sefer ve seyr kelimeleri tasavvufî literatürde “kalbin hakka yönelmesi” şeklinde tanımlanır.12

İSLÂM KÜLTÜRÜNDE SEYAHAT ÇEŞİTLERİ

Kaynaklarda gayesi bakımından değişik seyahatlerden söz edilir.

1. İlim tahsili için seyahat

Hz. Peygamber, çeşitli hadislerinde ilim tahsil etmek için seyahate çıkmanın önemini anlatmıştır. Bir hadiste, “İlim elde etmek için evinden çıkan bir kimse, evine dönünceye kadar geçirdiği bütün zamanını Allah yolunda geçirmiş sayılır”13; diğer bir hadiste ise “İlim elde etmek için yola çıkanlara Allah cennetin yollarından birini bulmayı kolaylaştırır”14 buyurulmuştur. Bu tür hadisler yanında Kur’an’ın ilk buyruğunun “Oku!” olması; çeşitli âyetlerde ilim, âlim ve hikmetin yüceltilmesi müslümanlarda kısa zamanda büyük bir bilgi sevgisi ve arayışını doğurmuş; özellikle Resûlullah’ın hadislerine ulaşma tutkusu, bilgi amaçlı seyahatlerin en önemli etkenlerinden birini oluşturmuştur. Meselâ Buhârî’nin kaydettiğine göre15 Câbir b. Abdullah, Abdullah b. Üneys isimli kişiden bir tek hadisi dinleyip tesbit etmek için Medine’den Şam’a kadar gitmiştir. Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin de Ukbe b. Âmir el-Cühenî ile görüşerek hafızasındaki bir hadisi kontrol etmek için Medine’den Mısır’a gittiği rivayet edilir.16 Böylece, bir hadisin metnini veya senedini kesinliğe kavuşturacak küçük bir bilgiye ulaşmak için uzun seyahatlerin göze alınması, İslâm dünyasında yüzyıllarca süren olağan bir hadise olarak yaşanmıştır.

Bilgi amaçlı olarak uzun seyahatler yapmayan hemen hiçbir büyük müslüman âlim yok denebilir. Bazıları onlarca bilim merkezini dolaşmış; buralarda çok sayıda âlimle tanıştıktan, mümkün olduğu kadar bilgi topladıktan, öğrenim gördükten sonra başka merkezlere gitmişler; ömürlerini bu şekilde öğrenim ve öğretim seyahatleriyle geçirmişlerdir; ana yurdundan binlerce kilometre uzaklara giderek oralara yerleşenler olmuştur. Meselâ filozof Ebû Nasr el-Fârâbî aslen Türkistanlı olup muhtemelen kırklı yaşlarında ilim seyahatine çıkmış; Irak ve Suriye bölgelerinde dolaşmıştır. 1041 (1632) yılında Mağrib’deki Tilimsân’da doğan Ahmed b. Muhammed el-Makkarî Fas, Merakeş, Tunus, İskenderiye, Kahire, Hicaz, Kudüs, Şam ve Gazze gibi merkezlere ilmî seyahatler yapmış; bu sayede Nefhu’t-tîb isimli ansiklopedik eserinde 280’den fazla âlimi tanıtmıştır.

Pek çok alimin en önemli eserleri bu tür seyahatlerin ürünüdür. Meselâ Gazzâlî İhyâu ulûmi’d’dîn adlı ölümsüz eserini yaklaşık on yıllık seyahati sırasında hazırlamıştır. Kezâ Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin el-Fütûhâtü’l-Mekkiye’si onun Mekke seyahatinin ürünüdür. Bu şekilde yazılmış binlerce eserin ismini zikretmek mümkündür. Bilgi için seyahate bu derecede büyük önem verilmesinde, bilgiyi çeşitli bölgelerin en tanınmış hocalarından tahsil etme, ondan âlimliğin belgesi sayılan bir icazet alma ve böylece âlimler silsilesi içinde kendisine bir yer edinme ihtiyacı da rol oynamıştır.

2. Dil eğitimi için seyahat

Arap dilcilerinin, fasih Arapça’yı bedevilerin ağzından dinleyip, öğrendiklerini sözlüklerine aktarmak için yaptıkları uzun yolculukların da İslâm seyahat kültüründe önemli yeri vardır. Bu tür seyahatler hem güzel konuşma ve yazmanın hem de -başta Kur’an olmak üzere- temel İslâmî kaynakları doğru anlama ve yorumlama ihtiyacının bir sonucuydu. Meselâ büyük dilci ve kıraat alimi Ali b. Hamza el-Kisâî (ö. 189/805), ileri yaşlarında Kûfe’de yaptığı bir konuşmasında bir kelimeyi yanlış kullanması yüzünden eleştiri alması üzerine, önce nahiv dersleri almış; ardından ünlü dil âlimi Halîl b. Ahmed’in öğüdüne uyarak, yanına bol miktarda yazı malzemesi alıp Arapça’nın en iyi konuşulduğu Hicaz, Necid ve Tihâme’deki bedevilerden fasih Arapça’yı öğrenmek maksadıyla seyahate çıkmıştı. İhtiyaç duyduğu bilgileri topladıktan sonra Kufe’ye dönen Kisâî -ailesine duyduğu derin hasrete rağmen- evine gitmeyip, vefat etmiş bulunan hocası Halel b. Ahmed’in yerine Yûnus b. Habîb’in ders verdiği camiye uğramış; aralarında geçen ilmî tartışmalar sonunda Yûnus onun üstünlüğünü kabul ederek hocalık görevini ona bırakmıştır.

Kisâî’nin öğrencisi olan Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ da, hocasının yolunu izleyerek çöl seyahatlerine çıkmış, sonunda Halife Me’mun’un sarayında gözde âlimlerden olmuştur.

3. İbadet maksadıyla seyahat

Bu tür seyahatlerin başında hac niyetiyle çıkılan yolculuk gelir. Cihad yolculuğu da bu çerçevede zikredilir. Gazzâlî’nin İhyâ’sında görüldüğü gibi17 bilhassa tasavvufî kaynaklarda, kişinin görüp duyduklarının dinî hayatına katkı sağlaması sebebiyle peygamberlerin ve diğer din büyüklerinin kabirleri ile hayatta olan âlimler ve velilerin ziyaret edilmesi de bu kapsamda değerlendirilmiştir. Özellikle hac ibadeti, başlangıçtan itibaren her yıl bütün İslâm dünyasında çok güçlü ve organize bir seyahat geleneğinin oluşmasını sağlamış; hem yolculuk hem de ağırlama ile ilgili kurum ve kurallarının gelişmesini hazırlamış; hacıların yedirilmesi, içirilmesi gibi temeli İslâm öncesi dönemlere dayanan ağırlama hizmetleri kurumsal bir yapıya kavuşturulmuş; Mekke ve Medine İslâm âlimleri için buluşma, tanışma ve öğrenim merkezi olmuştur.

4. Coğrafya, tarih ve kültür konularında bilgi toplamak için seyahat

Bilgi amaçlı seyahatlerin temel gayesi ilim öğrenmek ve öğretmektir. Bundan başka ülkelerin coğrafi özellikleri, tarihleri; siyasal, idari, ekonomik ve sosyal durumları; çeşitli toplulukların dinî, ahlâkî ve kültürel özellikleri, dilleri, demografik yapıları, ulaşım şartları, âlimleri ve ilim merkezleri vb. konularda bilgi toplamak gibi daha geniş boyutlu amaçlar için de seyahatler yapılmış, bu konularda zengin bilgiler içeren pek çok eser kaleme alınmıştır.

II/VIII. yüzyıl sonlarından itibaren Hint, İran ve Grek kaynaklı matematik, astronomi ve coğrafya çalışmalarının tanınmaya başlamasından itibaren İslâm dünyasında coğrafya bir ilim dalı olarak ortaya çıkmaya başlamış; III/IX. yüzyıldan itibaren başlayan coğrafya kitaplarının hazırlanmasında, bilgi derleme maksadıyla yapılan uzun seyahatlerin önemli bir payı olmuştur. Meselâ ilk coğrafyacılardan olan Kitâbü’l-Büldân’ın müellifi Bağdatlı Ebü’l-Abbas el-Kâtib el-Ya‘kubî (ö. 292/905 [?]) Ermenistan, Horasan, Hindistan, Filistin, Mısır, Cezayir, Mağrıb gibi merkezlere seyahatler yapmıştır. Ebü’l-Hasan Ali b. Hüseyin el-Mes‘ûdî (ö. 345/956), Mürûcü’z-zeheb ve et-Tenbîh ve’l-işrâf isimli eserlerini yazmadan önce geniş seyahatler yapmış, Kitâbü’l-Kadâyâ ve’t-tecârib başlıklı bir de seyahatnâme yazmıştır. İlk coğrafyacılardan İbn Havkal’in, yirmi yıl hazırlık çalışması yaptığı bildirilen

İlk coğrafyacılardan olan Kitâbü’l-Büldân’ın müellifi Bağdatlı Ebü’l-Abbas el-Kâtib el-Ya‘kubî (ö. 292/905 [?]) Ermenistan, Horasan, Hindistan, Filistin, Mısır, Cezayir, Mağrıb gibi merkezlere seyahatler yapmıştır.

Arap dilcilerinin, fasih Arapça’yı bedevilerin ağzından dinleyip, öğrendiklerini sözlüklerine aktarmak için yaptıkları uzun yolculukların da İslâm seyahat kültüründe önemli yeri vardır.

Kitâbü Sûreti’l-‘arz (el-Mesâlik ve’l-memâlik) başlıklı eseri de uzun seyahatlerin ürünüdür.

IV/X. yüzyılın diğer bir tanınmış coğrafyacısı olup Makdisî veya Mukaddesî diye tanınan Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Beşşârî Ahsenü’t-tekasîm fî ma‘rifeti’l-ekalîm başlıklı ünlü eserini yazmadan önce çıktığı seyahatleri sırasında sufilerle hamur, keşişlerle çorba, tayfalarla bulamaç yediğini, geceleri barınmak istediği mescidlerden kovulduğunu, karalarda seyahat ettiğini, çöllerde yolunu kaybettiğini, Lübnan dağlarında münzevilerle arkadaşlık ettiğini, boğulma tehlikeleri yaşadığını, yol kesicileriyle karşılaştığını, kadılara ve bürokratlara hizmet ettiğini, hapishanelere düştüğünü, ahlâksızlarla yol arkadaşlığına katlandığını, casuslukla suçlanıp tutuklandığını, para karşılığında mücellitlik yaptığını, ateş pahasına su aldığını, defalarca ölümle yüz yüze geldiğini, serserilerin arasına düştüğünü, aşağılıkların takibine uğradığını anlatır. Makdisî’nin bu gibi nice ilginç ve tehlikeli olaylara dair verdiği dramatik malumat (s. 43-45), o dönemdeki bilgi aşkına işaret etmesi bakımından ilgi çekicidir. Bu amaçla yapılan seyahat geleneği sonraki asırlarda da devam etmiştir.

Yukarıdaki bilgilere ticarî seyahatler ile gaza ve fetih maksadıyla sınır boylarına (ribat) yapılan seyahatler gibi başka seyahat türlerini de eklemek gerekir. Son yıllarda İslâm dünyasında bazı özel dinî günler münasebetiyle düzenlenen geziler de giderek yaygınlık kazanmakta, turizm firmaları Ramazan ayında, kandillerde vb. özel dinî günlerde yurt içine ve yurt dışına turlar düzenlemektedir. Ayrıca Özellikle bağımsızlıklarını yeni elde etmiş bulunan eski demirperde ülkelerine Türkiye’den, giderek yoğunlaşan bir seyahat süreci başlamıştır ki, bu süreç de geniş ölçüde dinî duygulardan beslenmekte ve dindar çevrelerde yaygınlık kazanmaktadır.

5. Tasavvufî seyahat

Kur’an-ı Kerim’in Kehf sûresinde geçen ve Mûsâ’nın, hakikat bilgisini elde etmek için Hızır ile buluşarak niyetiyle, yanında bir genç ile birlikte seyahate çıkmasını anlatan kıssa sufilere ilham kaynağı olmuştur. Esasen tasavvufî hayat Allah’a doğru bir yürüyüştür (seyrü sülûk). Farklı yolların (tarikat/turuk) izlenebildiği bu yolculuk sırasında türlü türlü yerlerde (menzil/menâzil) konaklayıp mânevi kazanımlar (makam/makamat) ve erdemler (haller) elde eden sâlik sonunda Allah’a ulaşır (vusûl). Kuşeyrî (ö. 465/1072), Tevbe sûresinin 12. âyetinde geçen “sâihûn” kelimesini –yukarıda belirtilen yorumlara ilâveten- “ibret almak gayesiyle yer yüzünde seyahate çıkanlar” veya “varlığın sırlarını kavramak için kalp dünyalarında seyahat  denler” şeklinde açıklayanların bulunduğunu da kaydeder.18 Sufî geleneğinde bu mânevî seyahatin istenen sonucu vermesi için bedensel seyahatten de faydalanılmış, yolculukta

uyulması gereken kurallar ve gözetilmesi gereken amaçlar üzerinde durulmuştur.19 Kelâbâzî’nin naklettiğine göre Ebü’l-Hasan Muhammed b. Ahmed el-Fâsî, tasavvufun on erkânından birinin de dünyanın muhtelif bölgelerini gezerek gördüklerinden dersler çıkarmak maksadıyla bol bol seyahat etmek olduğunu söylemiştir.20 Sûfîler, çok seyahat ettiklerinden; nefislerini güçlüklerle sınayıp terbiye etmek, tevekkülü derinden yaşamak, gördüklerinden ibret almak, gönül dünyalarını arındırmak, akraba ve tanıdıklara kölelikten kurtulmak için vatanlarını ve ailelerini terkedip ülkeden ülkeye dolaştıklarından dolayı “seyyâhîn” diye de adlandırılmışlardır.21 Tasavvufî tabakat ve menâkıp kitapları, gezginciliklerinden dolayı abdal, derviş gibi isimlerle de anılan birçok sufinin, ruhsal gelişme ve yücelmenin sırrını seyahatte aradıklarını; uzak diyarlardan hatta Endülüs’ten Mekke, Medine, Kudüs gibi mâneviyat iklimlerine giderek buralarda tasavvufun ünlü şahsiyetleriyle görüşüp onların

marifet birikiminden yararlanmak veya ölmüş olanların kabirlerini ziyaret edip ruhaniyetlerinden istifade etmek için çileli yolculuklar yaptıklarını, zühd ve riyâzet için elverişli ortamlar olan dağlarda, çöllerde yaşadıklarını ve bütün bu seyahatler sayesinde kazandıkları tecrübeleri, katettikli mânevi merhaleleri anlatan ibretli hikayeleriyle doludur. IX. yüzyılın büyük seyyah sufilerinden Ebû Süleyman ed-Dârânî’in Kudüs seyahati sırasındaki çarpıcı bir hatırası, sufi seyahatlerinin mâna dünyasının derinliğini

anlatan nefis bir örnektir.

“Bir gün, diyor Dârânî, Kudüs yolunda yürürken genç

bir kadın gördüm, başını yere yaslamış ağlıyordu. Yanına

yaklaşıp sordum:

- ‘Neden ağlıyorsun?’

- ‘O’nunla karşılaşmayı bu kadar özlemişken ağlamayıp

da ne yapayım!’ dedi.

- ‘Sevdiğin kim?’ dedim.

- ‘Görünmeyeni bilen’ dedi.

- ‘O’nu sevmek için ne yapmak

gerek?’ diye sordum. Cevap verdi:

- ‘Ruhunu kusurlarından arındırabilirsen

ve canın göklerin

melekûtunda dolaşmaya başlarsa,

maşukun sevgisine nasıl ulaşılacağını

bilirsin.’

- ‘Aşıkların halleri nasıldır?’ dedim. Cevap verdi:

- ‘Bedenleri zayıflar, tenleri solar. Gözleri hep yaşlıdır,

kalpleri hızlı çarpar, ruhları durmadan sızlar.’ Dedim ki:

- ‘Ey genç kız! Kendini anlatırken gördüğüm bu bilgeliğin

nereden geliyor?’ Cevap verdi:

- ‘Bu, yaş ile kazanılmaz ey Süleyman!’

- ‘Peki, sana nasıl geldi?’ dedim.

-‘O’na bağlılığımın ve sevgimin saflığından, iyi

ahlâkımdan’ dedi.

Sonra ayağa kalktı ve ben ardından bakarken iki dağın

arasından kayıp gitti. 22”

Kadir Öztürk

 

(Din ve Hayat Dergisi Seyahat sayısında yayımlanmıştir.)

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: