• resmi ilanlar

CUMA SOHBETLERİ

05/02/2015 13:00

Bolu İl Müftülüğü vaizlerinden Harun Bakan ve Kadir Öztürk'ün hazırladığı "Cuma Sohbetleri"nin bu haftaki bölümü Bolu Express'te.

HUZURUN MAYASI ÜLFET

Ülfet ehli olmak, geçim ehli olmaktır. Başkasıyla anlaşabilen, kaynaşabilen ve kendisiyle beraber olmaktan huzur duyulan bir insan olmak demektir. Allah Rasulü’nün (s.a.s.) şu beyanları ülfet ehli kimselerde bulunan bu kabiliyet ve yetkinliğe işareteder:“Mümin, ülfet eden ve kendisiyle ülfet edilen kimsedir. Ülfet edemeyen ve kendisiyle ülfet edilemeyen kimse de hayır namına bir şey yoktur.”(Ahmet b. Hanbel, Müsned,II, 400.)

İşte insanın değerini ele veren en önemli ölçülerden biri… Bugünlerde “duygusal zekâ” tamlamasıyla adlandırılmaya çalışılan “kendisiyle ve başkalarıyla barışık adam” profilinin nübüvvet dilindeki adı “ülfet ehli” bir adam olmaktır.

Ülfet, kalıp değil kalp işidir. Zira geçimlilik vasfı, kalıpların bir araya gelişi ile değil, gönüllerin bütünleşmesi, ısınması ve kaynaması neticesinde oluşan bir ilahî ikramdır. İçinde ülfet eden bir gönlün bulunmadığı bir insanın tebessümü, yapmacık bir gülümsemeden ibarettir. Sözü zehir, davranışları kırıcıdır. Yunus Emre bunu ne güzelifade eder:

“ İşitin ey yarenler aşk bir güneşe benzer

Aşkı olmaya Âdem, misâli taşa benzer

Taş gönülde ne biter, dilinde ağu tüter

Nice yumuşak söylese sözü savaşa benzer”

Kalbinde kibir olan, kendisinden başkasını beğenmeyen, cimri ve bencil tiplerde ülfet etme ve ülfet edilme nimetinin tezahürü mümkün değildir. Çünkü kibir, muhataba saygıyı ortadan kaldıran ve hatta onu küçülten nazar ve davranışların nedeni olan ciddi bir hastalıktır. Kendisinde bu illet bulunan bir kimsenin muhatapları tarafından sevilmesi, onlardan saygı ve sıcak ilgi görmesi düşünülemez.

Cimri ve bencil tipler de sadece kendi menfaatlerine kilitlenmiş, herkesi kendine çalışması gereken bir uşak haline getirme hedefi güden, insaniyet fukarası zavallılardır. Böylelerinin de ülfetten nasibi yoktur. Paylaşma ve ikram duygusundan mahrum çölleşmiş yüreklerde kimse yer almak istemez. Böyleleri, samimi dost ve arkadaş çevresinden oluşan kardeşlik ikliminin bereket ve huzurundan nasiplenemezler. Kendi kuru benliklerinin sahrasında, zevksiz ve tatsız bir hayatı, acı acı yudumlamak zorunda kalırlar.

Ülfetin en büyük engeli ve huzursuzluğun kaynağı -ister fert ister grup için olsun- nefsaniyet yani bencillik ve kendini beğenme duygusudur.

Ebu Abdillah Dasitani anlatır:

-         Bir yolculuğa çıkmıştık. Yol üzerindebir köye uğradık. Köy halkına: “Burada ziyaret edebileceğimiz büyüklerden kimse var mı?” diyesorduk:

-          “Burada büyüklerden “Dâr” isminde biri vardı, fakat vefat etti” dediler.

-         “Peki, onu gören kimse var mıdır?” diye sorduk. Dediler ki: “Yaşlı bir zat var, o onu görmüştür.”

-         Kendilerinden, bizi onunla görüştürmelerini talep ettik. Yanına varınca dedik ki: “Efendim, “Dâr” hazretlerini gördüğünüzü işittik. Onun hikmetlerinden bize biraz bahsetseniz de istifade etsek!”

-         “Ben de o kuvvet yoktu ki, onunsözünü bileyim. Ancak hatırımda bir söz kaldı, o da şu: Bir gün üzerinde yamalı bir elbise bulunan bir derviş yanına gelip selam verdi. Uzun bir yolculuktan geldiği belli oluyordu. Dâr hazretlerine dedi ki:“Ey şeyh! Ayakkabılarımı çıkarayım da rahat edeyim. Bütün âlemi dolaştım. Ne rahatlık buldum, nede rahatlık bulan birini gördüm.”

Bunu dinleyen Dâr şöyle dedi: “Neden kendinden el çekmedin? Hem rahat olurdun hem de halkı rahat bulurdun.”

Bunun üzerine Ebu Abdillah Dasitani ihtiyara dedi ki: “Amca bu söz bize yeter. Mademki o pir böyle buyurmuştur, bundan üstün söz olamaz.”

Ülfetin temelinde hüsnü zan vardır. Nefsaniyetin karanlığından kurtulamayan kimselerde bu hal tecelli etmez. Ülfet nimetine mazhar olanlarda sevgi, merhamet, cömertlik, hakşinaslık, tevazu ve fedakârlık gibi vasıflar öne çıkmıştır. Böyle bir karakter sergileyebilen kimseler, daha dünyada iken gönül âlemleri ile cennetin kokusunu hisseden bahtiyarlardır. Böyleleri hem sever, hem sevilir, hem ikram eder, hem de ikram görürler.

Ülfeti sağlayan en güzel vasıflardan biri de hilm ehli olmaktır. Hilm, yumuşak huylu ve uysal olmak anlamındadır. Ehlullâhın beyanına göre; harama girmemek şartıyla hilm ehli olmak, rıza makamından da üstün bir haldir.

Ülfet ehli kimse bir liderse zorba bir lider değil, hizmetkâr bir liderdir. Bir işçi ise horlanan bir işçi değil; sevgi, saygı ve takdir gören bir işçidir. Bir baba ise kendisinden nefret edilen bir baba değil, özlenen ve yolu gözlenen bir babadır.

Başarılı bir iş hayatı için ekip çalışmasının zarureti açıktır. İyi bir ekibin oluşması ise ancak ülfet ehli kimselerle gerçekleşebilecektir. Ülfetten nasibi olmayan kimseleri, maddi imkânlar ekip haline dönüştüremez. Bu sebeple eleman seçmede dikkat edilmesi gereken en önemli özelliklerden birincisi ehliyet ise ikincisi de geçimli olma yani ülfet ehli olma özelliği olmalıdır.

Allah Rasulü (s.a.s.)’nün “Mümin ülfet eden ve ülfet edilen kimsedir” ifadesinden hareketle denilebilir ki, ülfetle iman arasında ciddi bir ilişki söz konusudur. İmandaki keyfiyet, ülfetteki ufku ve kaliteyi belirler diyebiliriz.

Müminin ülfeti, sadece insanlarla da sınırlı değildir. İman öyle bir bağdır ki, kişiyi önce Allah’a sonra da O’nun adına tüm varlığa bağlar. Mümin her şeyden önce Allah’a karşı ülfet ve ünsiyetin derdine düşen bir gönüle sahiptir. O’nunla ülfeti dostluk kıvamına ulaştırmak, müminin hayatının gayelerindendir. Allah ile kurulan ülfetin akabinde tüm varlıkla ülfet etme ve ülfet edilme özelliği de gelişir. Sonunda öyle bir noktaya erişilir ki, Allah düşmanları dışında tüm varlıklarla; meleklerle, insanlarla, hayvanatla, bitkilerle ve hatta dağlar ve taşlar ile ülfet kurulmaya başlanılır. Bu sevgi ve dostluk çemberine sahip bir ülfet erinin duyacağı haz ve lezzet, herhalde her türlü vasıflandırmanın üzerinde olacaktır. İşte bu hâl, daha dünyada iken cennetin neşe ve huzurundan gönül iklimine rayihalar esmesine vesile olacaktır. İslam, işte böyle bir “darüsselam” davetidir.

Niyazi Mısri nefsaniyet (ben merkezli bir hayata odaklanma) illetinden kurtulan kimsenin bütün varlıkla ülfet edebileceğini bir beytinde şöyle ifade eder:

“Ben sanırdım âlem içre bana hiçyâr kalmadı

Ben beni terk eyledim gördüm ki ağyâr kalmadı”

Her nimetin yegane kaynağı Mevla olduğu gibi ülfet etme ve edilme nimetinin kaynağı da yine O’dur. Bu gerçek ayet-i kerimede şöyle bildirilir: “(Ey Habibim) Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini ülfet ettiremezdin; fakat Allah, onların aralarını bulup kaynaştırdı.” (Enfal, 8/63.)

Ülfetin ilahî ikram olduğuna yakinen inanan Allah Rasulü (s.a.s.) dualarında sık sık: “Ey Allah’ım! Kalplerimizin arasına ülfet ver. Aramızı düzelt. Bizi selâmete çıkaracak yollara ilet!” niyazında bulunmuştur.

(Diyanet Aile Dergisi’nden Alıntıdır.)

 

 

PEYGAMBER EFENDİMİZ (SAV) BUYURUYORLAR Kİ;

Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek ve Allah için nefret etmektir.”

 

“Şu üç özellik kimde bulunursa o kişi imanın tadına erer: Allah ve Resulü’nü herkesten çok sevmek, sevdiği kişiyi sadece Allah için sevmek ve imandan sonra küfre dönmekten ateşe atılmaktan çekindiği gibi çekinmek.”

 

“Hiçbiriniz beni babasından, evladından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe kamil mümin olamaz.”

 

Allah bir kulu sevdiği zaman Cebrail’e, ‘Allah falan kulu seviyor, sen de onu sev!’  diye seslenir. Cebrail de o kulu sever. Sonra Cebrail gök halkı içinde, ‘Allah falanı seviyor, onu sizler de sevin!’ diye nida eder. Bunun üzerinde o kulu gök ehli de sever. Sonra yeryüzündeki insanların gönlüne o kimsenin sevgisi yerleştirilir.

 

“Sevdiğin kimseyi ölçülü sev ki bir gün sevmeyeceğin bir kişi olabilir. Sevmediğin bir kimseyi de ölçülü şekilde sevme ki günün birinde çok sevdiğin bir kimse olabilir.”

 

“Mümin, ülfet eden ve kendisiyle ülfet edilen kimsedir. Ülfet edemeyen ve kendisiyle ülfet edilemeyen kimse de hayır namına bir şey yoktur.”

 

“Davud Peygamber şöyle dua ederdi: Allah’ım, senden seni sevmeyi, seni seven kişiyi sevmeyi, senin sevgine ulaştıran ameli isterim. Allah’ım, senin sevgini bana kendimden, ailemden ve soğuk sudan daha sevimli eyle.”

 

“Ey Allah’ım! Kalplerimizin arasına ülfet ver. Aramızı düzelt.

 

Bizi selâmete çıkaracak yollara ilet!”

 

ALLAH'IN SEVDİĞİ KULLAR

1-      Muhsinler

2-      Müttakiler

3-      Adaletli Olanlar

4-      Sabredenler

5-      Tevbe Edenler

ALLAH’IN KULUNU SEVMESİNİN TEZAHÜRLERİ

1-      Allah sevdiği kulundan razı olur.

2-      Allah sevdiği kulunu gök ve yer ehline sevdirir.

3-      Allah sevdiği kulunun yanındadır ve onun her işini kolaylaştırır.

4-      Allah sevdiği kulunun günahlarını bağışlar.

5-      Allah sevdiği kulunu musibetlerle imtihan eder.

6-      Allah sevdiği kulunu himaye eder.

7-      Allah sevdiği kuluna kavuşmak ister.

KULUN ALLAH’I SEVMESİNİN TEZAHÜRLERİ

1-      Allah’a kavuşmayı ister.

2-      Allah’ı çok hatırlayıp anar.

3-      Allah’ın emirlerine itaat eder.

4-      Allah kelamı olan Kur’an’ı sever.

5-      Allah’ın evi olan Kabe’yi sever.

6-      Allah rızası için verir.

7-      Allah ile ünsiyeti sever.

Raşit KÜÇÜK

 

SEVGİ MEDENİYETİ

 

SEVGİ ÜZERİNE

Sevgi, imanın özüdür. Sevgiyi öğrenmemiş, sevgiye kapılarını açmamış, sevmeye yeteneksiz bir kalp, mümin kalbi olamaz.  Hz. Peygamber bu durumu şöyle ifade eder: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız.”

Sevgiyi kulların kalbine yerleştiren Cenab-ı Hak’tır. Allah, bütün sevgilerin kaynağı, varlık sebebidir, sevgisi sonsuz olandır. O, Vedûd’dur. Hem seven hem sevilendir. Vedûd isminin ifade ettiği sevgi, lütufkar ve merhamet dolu bir sevgidir. Bu sonsuz sevgi sayesinde O, tüm varlıklara rızık verir. Bu sınırsız sevgi ile kullarının da kendisini tanımasına, sevmesine yardımcı olur ve bu sevgi ile kullarını bağışlar.

Hadislerle İslam ‘SEVGİ’

Sevgi, insanları birbirlerine yakınlaştıran ‘görünmez bağ’ denilebilecek bir duygudur. Nasıl ki, atomun içinde nötron, proton ve elektron varsa ve bunları birbirine bağlayan şey çekim kuvveti ise; canlılar arasında çekimi sağlayan şey de, sevgi duygusudur.

            Üç türlü sevgi vardır:

1-      Sevgiyi sıradan kullanan bu kimselerin sevgisi.  Bunlar günlük yaşayan, eşini, ailesini, yemek yemeyi vb seven kişilerdir. Daha çok maddi ve manevi çıkar sağlayan şeyleri severler.

2-      Sevgiyi üstün şekilde kullana kişilerin sevgisi. Birinci guruptakilere ek olarak yaşadıkları toplumu ve dünyayı da severler.

3-      Bilgece sevgi. İnsan bu sevgi türünde diğerlerine ek olarak evreni ve yaratıcıyı da sevdikleri arasına katar. Yalnızca yaşamayı değil, ölüm sonrası yaşamı da sever.

İdeal olan sevgi şekli, ölüm sonrasını da düşünerek sevmeyi başarmaktır.

                                                                      Nevzat TARHAN

 

DUYGULARIN PSİKOLOJİSİ

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: