• resmi ilanlar

İslam dini yılbaşı kutlamalarına nasıl bakıyor?

25/12/2014 14:00

Resmî yılbaşı her geldiğinde gecesinin kutlanmasının veya o geceye mahsus faâliyet ve eğlencelerden bir kısmına katılmanın İslâm'daki yeri (hükmü) tartışılır. Din hizmetlileri ve muhâfazakâr müslümanlar "bu geceye mahsus bir faâliyete katılmanın câiz olmadığını" söyler, müslümanların böyle bir yılbaşı gecesi yokmuş gibi davranmalarını, normal hayatlarına devam etmelerini ister, bunu tavsiye ederler. Bir kısım modernist İslâm yorumcuları ile amelsiz veya İslâm'ın gerektirdiği hayat konusunda duyarsız müslümanlar ise "dünyanın kutladığı ve eğlendiği bu geceye katılmakta ve eğlenmekte bir sakınca bulunmadığını" söylerler.

Hazırlayanlar: Harun Bakan – Kadir Öztürk

Bolu Express Gazetesi bundan böyle her hafta “Cuma Sohbetleri” yayınları ile okuyucularının karşısında. Bolu İl Müftülüğü vaizlerinden Harun Bakan ve Kadir Öztürk, vatandaşların dini konularda merak ettiği soruları yanıtlayacak, Kuran ve Sünnet çerçevesinde itikatten ibadete Müslümanları ilgilendiren sosyal ve kültürel birçok konuda siz okuyucularımızı aydınlatacak. 

“Cuma Sohbetleri”nin ilk bölümü “Kendimize yabancılaşma” başlıklı yayın ile dün başladı. Aynı yazı dizisinin ikinci ve son bölümü bugün “İslam dini yılbaşı kutlamalarına nasıl bakıyor?” başlığıyla okuyucuların karşısında.

Bolu İl Müftülüğü vaizleri tarafından hazırlanan çalışmanın ayrıntıları şöyle:

Kimin Yılbaşı

Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında yılbaşı kutlamaları bulunmadığı için, doğrudan bu konuyu hükme bağlayan bir âyetin veya hadîsin bulunmaması tabîîdir. Ama bizim dünyamızda önümüze çıkan bu konunun -çeşitli ictihad yöntemleriyle- İslâmdaki yerini belirleyebilmek, hükmünü (haram, mekruh, mübah olup olmadığını) ortaya koyabilmek için yararlanabileceğimiz birçok âyet, hadîs, kural ve ilke vardır.

Meselemizin hükmünü araştırmadan önce ne olduğunu açıklamak gerekir. Yılbaşı, tarih başlangıcı olarak müslümanlara ait değildir, Hristiyanlara aittir. Aslında kış gün dönümünü kutlama âdeti çeşitli Asya ve Avrupa putperest (pagan) topluluklarında vardı. Tarihî kayıtlara uygun olmadığı halde Hz. İsa'nın doğduğu gün kilise tarafından 25 Aralık'a çekildi, eskiden beri yapılmakta olan kutlamaların Hristiyanlığa dahil edilmesi hedeflendi. Ancak zaman içinde bu kutlamaya katılan diğer kiliseler aynı tarihte birleşmedi, farklı tarihleri benimsediler. Yılbaşında yapılan Noel Yortusuna (Hristiyanlığa mahsusu bir âyine) adı karıştırılan Noel Baba (Aziz Nichola, Santa Claus) aslında; yani tarihî bir şahıs olarak bir Hristiyan azizi (ermişi, velîsi) dir. Zaman içinde bu azizin tarihi kimliği değiştirilmiş, kendisiyle ilgili birçok efsâne uydurulmuş ve ilk defa 17. asırda Almanya'da Noel Yortusuna karıştırılmış, daha sonra bu uygulama Hristiyan dünyasına yayılmıştır.

Müslümanlar tarih başlangıcı olarak hicreti kullanırlar. T.C. Devleti  Hristiyanlara ait bulunan bu tarih başlangıcını resmen benimsediği için bu yılbaşı, aynı zamanda "Türkiye'nin resmî yılbaşı"dır, millî ve dinî yılbaşı değildir.

Bu kısa tarih bilgisinden çıkan sonuç şudur:

a) 1. Ocak. 2002 yıl önce müslümanların veya Türklerin tarihinde, tarih başlangıcı olacak bir olay geçmemiştir.

b) Hz. Îsa'nın doğum tarihine uygun olmamakla beraber onun doğumu bu tarihin başlangıcı olarak kabûl edilmiş; bundan öncesi ve sonrası için "milattan (İsa'nın doğumundan) önce, sonra" denilmiştir.

c) Hz. İsa biz müslümanlara göre aziz bir peygamberdir (aleyhisselâm), ancak Hristiyanlar onu peygamberlikten çıkarmış, tanrılaştırmışlardır.

d) Noel Baba aslında bizce de saygıya değer bir mümindir (Hz. İsa'nın tebliğ ettiği dîne inanmış ve o din içinde yetişmiş ve ermiştir), ancak dün Hristiyanların, bugün dinli dinsiz Batı'nın Noel Babası, nitelikleri bakımından bu aziz, bu velî, bu mümin değildir. Onun adının karıştırldığı yortu da bir Hristiyan ibâdetidir.

Böylece yukarıda ana hatlarıyla açıklanan yılbaşının, din olarak aslından saptırlmış Hristiyanlığa, kültür olarak da Hristiyan Batı kültürüne dayandığı, onun bir parçası olduğu ortaya çıkmıştır.

Müslümanlar bu yılbaşını takvim başlangıcı yaparlarsa, yılbaşı gecesinde yapılan âyin veya eğlencelere iştirak ederlerse ne olur?

Yılbaşı dolayısıyla yapılan dinî âyine katılan (Hristiyanlarla beraber bu toplu ibâdeti yapan) müslümanlar en azından haram (büyük günah) işlemiş olurlar. Bu hükmün akla ve vahye dayalı delîllerini zikretmeye bile gerek yoktur.

Dinî âyîne katılmadan yılbaşı dolayısıyla toplantı ve eğlence yapan müslümanlar, bu eğlencelerde ayrıca hiçbir haram işlemeseler dahi, kökeni dinî (İslâm'dan başka ve ona göre bugün mûteber olmayan bir dîne dayalı) olan bir faâliyete katıldıkları ve başka dinden olanlara -dinle ilgili bir konuda- benzer hale geldikleri için günah işlemiş olurlar. "Bir din ve kültür topluluğuna kendini benzetenler onlardan sayılır" meâlindeki hadîs bu davranışı yasaklamaktadır.

Yılbaşı, takvim, tarih, tatil, eğlence, şenlik ve bunlarla ilgili âdetler bir milletin kültürüdür. Kültür din ve ideolojinin bedenlenmesi, ete kemiğe bürünmesidir. Bu ikisini birbirinden ayırmak mümkün değildir. Eğer birileri din ile kültürü birbirinden ayırmaya, aralarındaki bağı koparmaya kalkışırsa -zor olmakla beraber bunu yapabilirse- kültür ile beraber dîni de değiştirme yoluna girmiş olur. Bedenini parça parça kaybeden din gider (milletin hayatından çıkar) onun yerine yeni kültürün dîni veya dinsizliği gelir. Kültür ile din arasında böyle bir bağ bulunduğuna göre; kültürün değişmesi dîni yakından ilgilendirir. İslâm'ın beş temel amacından biri dîni (müslümanların hayatında İslâm'ı) korumaktır. İslâm'ın korunmasını olumsuz etkileyen bir davranış, bir kültür değişimi, bir kültür taklidi haramdır, bazan bununla da kalmaz dinden çıkma sonucunu doğurur.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Medine'ye göçünce, burada öteden beri iki bayramın bulunduğunu ve bu bayramlarda kutlama yapıldığını öğrendi. Bayramlar, dînin etkilenmesi bakımından önemli kültür unsurları olduğu için bunları değiştirdi ve yerlerine Ramazan ile Kurban bayramlarını tebliğ etti. Daha pek çok hadîste, başka dinlerle ilişkisi veya sembolik değeri/fonksiyonu bulunan âdet ve uygulamaları müslümanlara yasakladı.

Piyangonun, toto, loto, iddia vb. şans oyunları oynamanın hükmü nedir?

Taraflardan birisinin kazanıp diğerinin kaybetmesi esasına dayalı bütün şans oyunları kumar kapsamında değerlendirilip haram kılınmıştır. Zira bir taraf kaybederken, diğer taraf da hak etmeden kazanmaktadır. Buna göre şans faktörüne dayalı olan piyango, toto, loto, iddia, müşterek bahis, ganyan gibi tertip ve oyunlar da kumardır ve haramdır. Bu tür kumarların, geniş kitlelerin iştirak etmesi sebebi ile zararı daha da yaygın olmaktadır (İbn Nüceym, el-Bahru’r-râik, VIII, 554-555; İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, 194).

Bu tür oyunların hâsılatından bazı kuruluş ve hayır kurumlarının yararlanması, onları meşru hale getirmez ve haramlık hükmünü değiştirmez. Bu yollardan birisiyle elde edilen kazançlar, sevap beklenmeyerek yoksullara veya hayır kurumlarına verilmelidir. Zira Hz. Peygamber bu tür haram kazançların harcanmasının ve güya sadaka olarak verilmesinin mümkün olmayacağını haber vermiştir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 189).

MİLLİ VE MANEVİ DEĞERLERİMİZ

Bir medeniyetin oluşumunda maddi unsurlar kadar milli ve manevi değerlerde önemlidir. Medeniyetleri oluşturan insandır. İnsan ise hem maddi hem manevi özellikleri olan bir varlıktır.

İslâm, toplum hayatındaki maddî ve manevî talepleri tam bir denge içerisinde karşılayabilecek ve gerçek anlamda bir medeniyetin kuruluşunu mümkün kılacak değer hükümlerine sahip bir dindir. “O ne yalnızca bir mistik inanç ne de salt bir felsefedir. İslâm, Allah’ın yarattıkları için koyduğu kanunlara uygun bir hayat tarzı ve yoludur. Onun en yüksek işi, insan hayatının maddî ve manevî tarafları arasında tam bir uzlaşma meydana getirmektir.”

İslâm’ın hedeflediği medeniyetin birinci özelliği, mutlak birlik (tevhid) ilkesidir. İslâm, hüküm ve mülkünde ortağı bulun-mayan tek bir Allah’a davet eden bir çağrıdır. “Ancak Sana kulluk eder ve yalnızca Senden yardım dileriz.” ( 1) söylemi, onun inşa ettiği medeniyetin en ayırt edici niteliğidir. Bu ilke sayesinde, İslâm toplumlarında kralların, soyluların, kuvvetlilerin ve din adamlarının azgınlığı söz konusu olmamıştır.

İslâm medeniyetinin diğer özellikleri ise; temel eğilim ve hedeflerinde insanî ve evrensel olması, bütün hukukî düzenleme ve işlemlerinde ahlâkî prensiplere öncelik vermesi; akıl ve kalbe birlikte hitap ederek akıl ile vahiy arasında bir çelişki içer-memesi ve nihayet her tür dinî düşünceye karşı engin bir müsamaha göstermiş olmasıdır.

Bu temel niteliklerden de anlaşılacağı üzere İslâm, insanı sadece kendi başına salih bir kul yapmakla kalmaz; aynı zamanda onu her türlü hayrın anahtarı ve her türlü kötülüğün engeli olan toplumsal bir aktör haline getirir.

İslam, insanın hayat hadiseleriyle ilgili bütün hal ve hareketlerinde ve insanlarla olan ilişki ve etkileşimlerinde olumlu ve aktif olmayı gerektirir. Takva bilinciyle dolu olan insan, açıkça günah veya gayri meşru olan eylemler yanında şüpheli şeylerden de kaçınır; Allah’ın rıza ve sevgisine uygun olmayan her şeyi kalbinden silip atar. Böyle bir ahlâkî olgunluğa ve ruhsal gelişime ulaşan insanlar bütün duygularında, arzularında, fikirlerinde, güç ve imkânlarını kullanmada, servetlerini harcamada, kısacası bütün hayat münasebetlerinde Yüce Allah’ın sevgi ve rızasını kazanabilmeyi esas alacaktır. Din duygusunun hâkim olduğu insanlardan meydana gelen toplumlar ise her türlü dinî, hukukî, sosyal, iktisadî ve kültürel gerginlik ve gerilimleri aşmış, her bir ferdi sanki diğer insanlar için yaşayan ve dünyayı diğer insanlar için imar eden, mutlu, huzurlu ve medenî toplumlar haline gelir.

İşte böyle bir medeniyet, dini duygular üzerine kurulan bir medeniyet ve uygarlık demektir.

Böyle bir medeniyet tam da Türk İslâm medeniyetidir. Çünkü İslâm,  her türlü iyilik ve ihsanı, infak ve sadakayı takva olarak nitelemiş (3); bütün insanların aynı ana ve babadan türediklerini, üstünlüğün insanın sosyal statüsü, kavmi, dili, rengi, kişisel serveti ya da mirası ile değil takvası, kişisel nitelikleri, topluma ve çevresine olan katkıları ile olduğunu ilân etmiş(4), İslam dışı toplumların yaşantısına özenilmesini ve onlar gibi giyinip onlar gibi eğlenilmesini yasakladığı gibi onların bayramlarını kutlamayı da yasaklayıp Allah’u Tealanın Müslümanlara daha hayırlısını verdiğini ilan etmiştir. Bu değerleriyle İslâm, yalnızca fertlerin ruhî gıdası değil, medeniyetlerin de sonsuza dek güven ve istikrar içerisinde yaşayabilmesinin en önemli teminatıdır.

Türk İslam medeniyetini kendine rehber seçerek yükselişe geçip parlak bir dönem yaşayan batı medeniyeti şimdi o medeniyetten kopmanın sancıları içindeyken, o medeniyetle maddi ve manevi her sahada her zaman mücadele etmiş Müslüman Türk milletinin evlatları olarak neden onların bayramıyla sevinmeye, onların giyim şekliyle şekillenmeye ve onların dilleriyle işyerimize, mahallemize hatta çocuklarımıza isim vermeye çalışıyoruz.

"Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dostlar edinmeyin." (Mâide Sûresi, 5:51)

Gelin aslımıza sahip çıkalım,  kültürümüze tam manasıyla uygun yaşayalım.Gelin Allah’ın ipine sımsıkı sarılalım parçalanıp bölünmeyelim(4).Biz başkalarına değil başkaları bize özensin ve bizim gibi olsun. Gelim önder ve örnek toplum ve millet biz olalım.

1: Fatiha-5

2: Bakara-177

3: Hucurat-13

4: Al-i İmran 103

Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah'a iman edersiniz. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fasık kimselerdir. Al-i İmran-110﴿ 

Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz

Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:

 Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!

 Kapkaranlıkken bütün afakı insaniyetin,

 Nur olup fışkırmışız ta sinesinden zulmetin;

 Yarmışız edvar-ı fetretten kalan yeldaları;

Fikr-i ferda doğmadan yağdırmışız ferdaları!

Öyle ferdalar ki: Kaldırmış serapa alemi;

 Dideler bir cavidani fecrin olmuş mahremi.

 Yirmi beş yıl, yirmi beş bin yıl kadar feyyaz imiş!

Bak ne ani bir tekamül! Bak ki: Hala mündehiş

Yad-ı fevka'l-i'tiyadından onun tarihler;

 

Görmemiş benzer o müdhiş seyre, hem görmez beşer.

 Bir taraftan dinimiz, ahlakımız, irfanımız;

 Bir taraftan seyfe makrun adlimiz, ihsanımız;

 Yükselip akvamı almış fevc fevc aguşuna;

 Hepsi dalmış vahdetin aheng-i cuşacuşuna.

 Emr-i bi'l-ma'ruf imiş ihvan-ı İslam'ın işi;

 Nehy edermiş, bir fenalık görse, kardeş kardeşi.

 Kimse haksızlıktan etmezmiş tegafül ihtiyar;

 Ferde raci' sadmeden efrad olurmuş lerzedar.

 

Bir, neyiz? Seyreyle artık; bir de fikr et, neymişiz?

 Din de kürkün aynı olmuş: Ters çevirmiş giymişiz!

 Nehy-i ma'ruf emri münkerdir gezen meydanda bak!

 En metin ahlakımız, yahud, görüp aldırmamak!

 Yıktı bin mel'un kalem namusu, bizler uymadık;

 "Susmak evladır" deyip sustuk... Sanırsın duymadık!

 Kustu bin murdar ağız (din)'in bütün ahkamına;

 Ah, bir ses bari yükselseydi nefret namına!

 Altı yüz bin can gider; milyonla iman eksilir;

 Kimseler görmez! Gören sersem de Allah'tan bilir!

 Sonra, şayet şahsının incinse, hatta, bir tüyü:

 Yer yıkılmış zanneder seyr eyleyen gümbürtüyü!

 Kırkın aylıktan biraz, yahud geciksin vermeyin;

 Fodla çiy kalsın, "pilav bitmiş" deyin, göstermeyin;

 Fes, külah, kalpak, sarık vermiş bakarsın el ele;

 Mi'delerden fışkırır ta Arş'a aç bir velvele!

 Ortalık altüst olurken ses çıkarmazdım, hani,

 Öyle bir dernekte seyret gel de artık sen beni!

 Göster, Allah'ım, bu millet kurtulur, tek mu'cize:

 Bir "utanmak hissi" ver gaib hazinenden bize!

 

 

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: