• resmi ilanlar

Namazda surelerin Türkçe tercümesi okunabilir mi? -1

06/08/2013 00:00

...

 

(Fussilet, 41/3) gibi tam on ayrı yerde (Yusuf, 12/2; Ra'd, 13/37; Nahl, 16/103; Şura, 42/7; Zuhruf, 43/3; Ahkaf, 46/12) nazm-ı münzel'in Arapça olduğunu ifade eden ayetlerden, sadece mananın değil, elfazının da Kur'an kavramının içeriğine dahil olduğu açık ve kesin bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu sebepledir ki, tercümesine Kur'an denilemeyeceği ve tercümesinin Kur'an hükmünde olmadığı konusunda İslam alimleri görüş birliği içindedir.   Bilindiği üzere tercüme, bir sözün anlamını başka bir dilde dengi bir sözle aynen ifade etmek demektir. Oysa her dilin, başka dillerde bulunmayan (kendine ait) ifade, üslup ve anlatım özellikleri vardır. Bu yüzden, edebi ve hissi yönü bulunmayan bazı kuru ifadeler dışında, hiçbir tercüme aslının yerini tutamaz ve hiçbir tercüme de her bakımdan aslına tam bir uygunluk sağlanamaz. O halde, Kur'an-ı Kerim gibi, ilahi belağat ve i'cazı haiz bir kitabın aslı ile tercümesi arasındaki fark, yaratan ile yaratılan arasındaki fark kadar büyüktür. Çünkü biri Yaratan Yüce Allah'ın kelamı; diğeri ise yaratılan kulun aciz beyanı. Hiç böylesi bir tercümenin, Allah kelamının yerine konulması ve aynı hükümde tutulması mümkün olur mu?   Kaldı ki, İslam dini evrensel bir dindir. Değişik dilleri konuşan bütün Müslümanların ibadette ortak bir dili kullanmaları onun evrensel oluşunun bir gereğidir.   Herkesin konuştuğu dil ile ibadet yapmaya kalkışması, Peygamberimiz (s.a.s.)'inöğrettiği ve bugüne kadar uygulana gelen şekle ters düşeceği gibi içinden çıkılmaz bir takım tartışmalara da yol açacağı muhakkaktır. Konuya ülkemiz açısından baktığımızda ise böyle bir uygulamanın dışarıda Türkiye aleyhinde, içerde ise Devlet aleyhinde bir malzeme olarak kullanılacağı, vatandaşların birlik ve beraberliğini zedeleyeceği, sonuç olarak bir takım huzursuzluklara sebebiyet vereceği dikkatten uzak tutulmamalıdır.   Diğer taraftan, yüzleri aşan tercüme ve meal arasından din ve vicdan hürriyetini zedelemeden, üzerinde birlik sağlanacak birisinin namazda okunmak üzere seçilmesi ve bunu herkesin benimsemesi mümkün görülmemektedir.    DEVAMI YARIN

 

*   *    *

 

BÜYÜKLERİN SÖZLERİ, SÖZLERİN BÜYÜKLERİDİR...

Gerçek sevgi, iyilik

gördüğünde artmayan,

kötülük gördüğünde

eksilmeyendir. (Muaz)

 

*   *    *

 

KIRK HADİS

Bir müslümanın diktiği ağaçtan veya ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri şeyler, o müslüman için birer sadakadır. Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Müsâkât, 7, 10.

 

*   *    *

Yaptığı Günahı Bırakıp Cenab-ı Hakk'a Yönelmektir…

 

TÖVBE -1

 

Rücu etmek, geri dönmek, pişman olmak, nedamet duymak, yaptığı günahı bırakıp Cenab-ı Hakk'a yönelmek.

Asıl anlamı geri dönmek olup, tövbe kelimesinin türemişi olan "tevvâb" kelimesi tövbe işini çok çok yapan anlamında aşırılık ifade eden ism-i faildir. Yüce Allah'ın bir ismi, bir sıfatı olarak "et-Tevvâb" ise itaata yönelerek Allah'a dönen kişinin istediği bağışlanmayı kabul edip, o tövbekâr kulunu huzuruna alan ve onu affeden anlamındadır. Bu itibarla tövbe, kul hakkında günahlardan dönmeyi, yüce Rabb'imiz hakkında da cezalandırmaktan dönmeyi ifade eder, yani kul Rabb'ine döner, Rabb'i de onun bu yönelişini kabul eder ve onu cezalandırmaktan vazgeçer. İşte bu mânâda "et-Tevvab" sıfatı, kulların tövbelerini her yönelişlerinde rahmet ve mağfiretiyle kabul eden demektir.

İslâm'da tövbe; birisi Allah, diğeri kul yönünden iki farklı anlam taşır. Allah yönünden tövbe, yapılan kötülüğü, işlenen günahı veya kabahati affedip bağışlamaktır. Kul yönünden, yaptığının kabahat veya günah olduğunu bilip, onu bırakıp terk ederek Allah'a dönmek, yani O'nun emirlerine uymak ve yasak ettiği şeylerden kaçınmak suretiyle Allah'a sığınarak O'ndan affetmesini, bağışlamasını dilemek, yaptıklarından pişman olduğunu da belirterek yalnız O'na yalvarmak demektir. Meselâ, bir kabahat, söz gelişi içki içmeyi sırf bedenine yapmış olduğu bir zarardan dolayı veya malına yahut da şerefine zararı dokunduğu için terk etmekte olduğu gibi, Allah rızası ve Allah korkusu düşünülmeyecek olursa, bu gerçek mânâda tövbe sayılmaz. Çünkü tövbe, yaptığı işin günah olduğunu, kusur veya kabahat olduğunu, suç işlediğini kabul etmekle başlar. İşte bu anlamda tövbe, bir ibadet olarak da sadece yüce Rabb'imize tahsis edilmelidir.

1- Bazı alimlere göre tövbe anlayışı

Gazâlî'ye (ö: 505/1111) göre tövbe, ilim, hâl ve fiil gibi sırasıyla birbirini gerektiren üç şeyin birleşmesinden meydana gelen değişmez ilâhî bir sünnettir.

İlimden maksat, günahların ve büyük zararların, kul ile Allah'ın rahmeti arasında, Allah ile kulu birbirinden ayıran bir perde teşkil ettiğini bilmektedir. İnsan kalbinde ve zihninde, bunu böylece kesin olarak kavrayınca, yüce Rabb'ini, yani sevgili Mevla'sını kaybettiği için bir elem ve acı duyar. Hele kusur ve kabahat kendi tarafında ise, bu üzüntüsü elem ve ızdırabı daha da artacaktır. İşte Rabb'ini kaybedip O'ndan uzak kalmasına sebep olan bu kusur ve kabahatından dolayı duyduğu acı ve çektiği eleme pişmanlık veya nedamet denir.

Bu acı ve elem kalbini ve gönlünü iyice kapladığı zaman, yeni bir hâl, yeni bir durum ortaya çıkar ki, bu da şimdiki, geçmiş ve gelecek zamanla alakalı olan bir işi, bir fiili tasarlayıp kasıt ve niyet etmektir.

Şimdiki zamanla alakası, yapmış olduğu kabahatı hemen terk edip bırakmaktır.

Gelecek zamanla alakası, kendisini Rabb'inden ayıran bu kötülüğü veya kabahati ömrünün sonuna kadar asla yapmamaya azimli ve kararlı olmaktır.

Geçmiş zamanla alakası ise, kaybettiğini, zararlarını iyilik etmekle veya kâzâ etmekle telâfi etmeye çalışmaktadır.

İşte ilim burada tövbenin birinci unsurudur ki, bundan da maksat imân ve yakîndir. Çünkü imân, günahların öldürücü bir zehir olduğunu akla gösterip kalp ve gönüle tasdik ettirir. Yakîn ise bu tasdiki daha da kuvvetlendirip şüpheyi ve zannı ondan uzaklaştırarak kalbe onu tam mânâsıyla yerleştirir. Bu imânın nuru kalpde parladığı an, orada pişmanlık ateşini yakar. Kalp bu iman nuru sayesinde yüce Rabb'inden ve O'nun sevgisinden uzaklaştığını anlayınca acı duyar ve elem çeker. Böylece tövbe eden kimsenin kalbini bu ayrılık ve sevgi ateşi öylesine yakmalıdır ki, bu ateşin verdiği heyecanla kaybettiğini tekrar elde etmeye yönelsin.

Şu halde ilim, pişmanlık ile şimdiki ve gelecek zamanda bu işi yapmamaya azimli olmak ve geçmişteki zararı da telâfiye çalışmak gibi birbirini takip eden üç unsurdur ki, hepsine birden tövbe denir. Çok kere yalnız geçmişte olan bir işe pişman olmaya tövbe demişlerse de, ilim onun evveli ve öncesidir; kabahatı, günahı bırakıp terketmek de onun neticesidir. İşte bu manada sevgili Peygamberimiz, "pişmanlık tövbedir" buyurmuştur. Çünkü pişmanlık, pişman olmayı gerektirir ve onu neticeye götüren ilimden ve onu takibeden azim ve irade gücünden uzak olamaz. İlimsiz ve azimsiz pişmanlık mümkün değildir. Bundan dolayı tövbenin tarifinde "geçmiş hataların verdiği bir iç sancısıdır" denilmiştir; zira bu, yalnız içteki, gönüldeki acı ve elemle ilgilidir.

 

Fahreddin er-Râzî (ö: 606/1209), "Mefatihu'l-Gayb" adlı tefsirinde el-Keffal'den (ö: 507/1113) naklen tövbe için gerekli olan şeyleri şöylece sıralıyor: 1- İşlediği bu günah olan işi veya kabahatı terketmek, 2- Geçmişte, yani önceden yapmış olduğu bu işten veya kabahatı terketmek, 3- Bu günah olan işin veya kabahatin bir benzerine asla bir daha dönmemeye azmetmiş olmak, 4- Bütün bu şeylerin hepsini bir daha yapmaktan korkup çekinmek. İşte bunların hepsi tövbe için muhakkak gereklidir." dedikten sonra sebeplerini de şöyle açıklıyor: "1- Terk şunun için gereklidir, zira kul günah olan o işi veya kabahatı terk etmezse, yapıyor demektir ki, bu durumda tövbe etmiş olmaz.

2- Pişmanlık şu bakımdan lüzumludur, çünkü pişman olmazsa, yaptığı işe rızası, gönlü var demektir. Bir şeye râzı olmak ise, çok kere onu yapmayı gerektireceğinden yine tövbe etmiş olmaz,

3- İşlediği günahın bir benzerine dönmemeye kararlı ve azimli olmak şunun için gereklidir, zira yaptığı iş günahtır, günaha tekrar niyyet edip azmetmek de günahtır,

4- Korkuya gelince, bu korku insana tövbe etmeyi emreder ve tövbe ederek bu işi kesip atmaktan başka yol olmadığını hatırlatır. "

İşte Yüce Allah'ın, "Geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken, ahiretten korkup çekinen ve Rabb'inin rahmetini dinleyen kimse, inkâr eden kimse gibi olur mu? Ey Muhammed de ki, bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahihleri öğüt alırlar" (ez-Zümer, 39/9) buyruğunu kanaatimizce bu manada anlamak gerekir.

DEVAMI YARIN

 

*   *    *

 

BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?..

 

İslam ahlaki terimi…

Selamın aleyküm…

SELAM-1

Peygamber Efendimiz bu konuda da, yanında büyüttüğü Enes (r.a)'e söyle buyurmuştur:

"Oğlum! Ailenin yanına girdiğinde selâm ver ki, sana ve ev halkına bereket olsun" (Tirmizî, Istizân, 20). O halde, kendi evimize geldiğimizde, kendimize ve evdekilere selâm vermemiz gerekiyor (en-Nûr, 24/61). Aksam yatıp, sabahleyin kalkıldığında da, evde bulunan herkese karşılıklı selâm verip-almak gerekmektedir. Böyle davranmakla, karşılıklı olarak Müslümanların birbirlerine sağlık, huzur, barış ve esenlik dilemesi gerçekleşmiş olur. Bir aile ve toplum fertlerinin, birbirlerine bundan daha iyi dilekte bulunmaları düşünülemez.

*   *    *

 

ORUÇLA İLGİLİ AYETLER VE HADİSLER

 

Sure (Fetih Suresi), 9. Ayet

Ey insanlar! Allah'a ve Peygamberine inanasınız, ona yardım edesiniz, ona saygı gösteresiniz ve sabah akşam Allah'ı tespih edesiniz diye (Peygamber'i gönderdik.)

 

*   *    *

 

Dr. Nusret Dede

İl Müftü yard.

[email protected]

 

Ramazan-ı şerif evimize, köyümüze, kentimize geldi. Bir ay boyunca misafirimiz oldu. Kendisini gündüzleri oruçla, geceleri teravihle, ailece sahurla, mahallece iftarla misafir ettik. Misafirperverliğiyle tanınan bir milletin fertleri olarak ümit ediyoruz ki, Ramazan-ı şerifi ağırlamada kusur etmemişizdir. Ona karşı ev sahibine yakışmayacak herhangi bir kusur veya kabahat işlememişizdir inşallah.

Sevinçliyiz, çünkü bin aydan hayırlı Kadir Gecesini idrak ettik. Ancak aynı zamanda üzüntülüyüz, çünkü Kadir Gecesi bize Ramazanın sonunu hatırlatıyor. Ramazan Bayramına yaklaştığımız şu günlerde buruk bir sevinç yaşıyoruz, çünkü önümüzdeki sene Ramazan-ı şerife, Kadir Gecesine ve Bayrama ulaşabilecek miyiz, bilemiyoruz. Rabbim nice ibadet mevsimlerine sağlık ve afiyetle ulaşmayı ve değerlendirebilmeyi nasip eylesin.

Değerli Okurlarım.

İslam'ın beş temel esasından Hac ibadeti, oraya yol bulabilen kişinin ömründe bir defa yapması gereken bir ibadettir. Çünkü Allah'ın evi Kâbe tektir, tekrarlanmamaktadır. Kişinin ömründe bir defa haccetmesinden sonra, eğer imkân ve fırsat bulursa yapacağı hac nafile olmaktadır.

Zekât yılda bir defa olarak yerine getirilmesi gereken bir ibadettir. Çünkü zekât ibadetiyle mükellef olmak için nisab miktarı malın elde edilmesinden sonra bir yılın geçmesi gerekmektedir. Bunun yanında her yıl Ramazan ayının bitimiyle, Bayram namazı öncesi vermemiz gereken Fıtır Sadakası vacip, diğer sadakaların hükmü ise nafiledir.

Oruç ibadeti yine yılda bir defa bir ay boyunca tutulan bir ibadettir. Çünkü orucun Ramazan ayı boyunca tutulması farzdır. Nitekim Bakara Suresi 185. ayet-i kerimede '' … Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa, onu oruçla geçirsin. … '' buyrulmaktadır. Buna göre farz olan oruç Ramazan orucu olduğuna göre, Ramazan ayı da yılda bir defa misafirimiz olduğuna göre bu ibadetle de yılda bir ay mükellef oluyoruz. Adanan oruç, başlanıp bozulan nafile orucun kazasının hükmü vaciptir.

Dinimizin beş temel esasından namaza gelince, namazın dinimizdeki önemine binaen, dinin direği olduğu dillerde dolaşan bir gerçektir. İşte namazın farz oluşuyla ilgili birçok ayetten biri: ''Namazı kılın, zekâtı verin, rükû edenlerle birlikte rükû edin.'' Bakara/2, 43) Namazın inananlara farz olduğu birçok ayetle anlaşıldığına göre şimdi sıra namazın ne kadar sıklıkla yerine getirilmesi gereken bir ibadet olduğu sorusunda.

Acaba namaz, hacda olduğu gibi ömürde bir defa yerine getirilse yeterli olur mu? Ya da zekâtta olduğu gibi yılda bir defa kılınsa yeterli olur mu? Yahut oruçta olduğu gibi yılda bir ay boyunca kılınsa yeterli olur mu? Veya Cuma namazında olduğu gibi haftada bir defa yerine getirmekle boynumuzun borcunu ödemiş olur muyuz?

Bu çok önemli bir sorudur. Çünkü bütün inananları ilgilendirmektedir. Ramazan-ı şerif ayı girince müminler sevindiler. Çünkü dinimizin beş temel esasından biri olan oruç ibadeti bu ayda yerine getirilmekteydi. Günde beş vakit namaz kılan insanlar Ramazan-ı şerifle birlikte Teravih namazını kıldılar. Onbir ay boyunca günde beş vakitte farz, vacip ve sünnetleriyle birlikte toplam kırk rekât namaz kılan Müslümanlar, Ramazan gelince yirmi rekât da Teravih kılmaya başladılar. Kırk rekâta yirmi rekât eklendi, ancak namazımıza yüzde elli oranında zam yapıldı diye kimse isyan etmedi. Çünkü Efendimiz (s.a.v.) ''Allah, Ramazan ayında oruç tutmanızı farz kıldı. Ben de, Ramazan gecelerinde kıyam etmenizi (teravih namazı kılmanızı) sünnet kıldım. Kim, inanarak ve sevabını Allah'tan bekleyerek ihlâsla oruç tutar ve kıyam ederse (teravih namazı kılarsa), annesinden doğduğu günkü gibi günahlarından temiz hâle gelir.'' (Nesai, Sıyam, 40; İbn Mace, İkame, 173; Müsned 1/191) buyuruyordu.

Şimdi ise Ramazan-ı şerifin bize veda etmesiyle birlikte Teravih namazı da son bulacak. Yani günde altmış rekât olarak kıldığımız namaz, artık kırk rekât kılınacak. Açıkça yüzde otuzüç indirim yapılmış oluyor. Zam yapıldığında gösterdiğimiz rağbeti indirim yapıldığında da eksiltmememiz gerekmektedir.

Çünkü namaz ibadeti hac gibi ömürde bir defa ya da zekât veya oruç gibi yılda bir defa yerine getirilmesi gereken bir ibadet değildir. Rabbimiz namaz ibadetini vakte bağlı olarak bize farz kıldığını bildirmiştir. Nitekim ''Gerçekten namaz, mü'minlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır. (Nisa/4, 103) ayet-i kerimesi bu gerçeği ifade etmektedir. Günlük beş vakit namazın ise hangi vakitlerde kılınacağına dair yine ayetlerde işaretler bulunmakla birlikte (bkz. Hûd/11, 114; İsrâ/17, 78; İsrâ/17, 79) Cebrail (a.s.) iki gün peşpeşe gelip Efendimiz'e birinci günde ilk vakitlerinde, ertesi gün ise son vakitlerinde namaz kıldırarak namaz vakitlerini öğretmiştir.

İslam'ın beş temel esasından kelime-i şehadete gelince bunu da mana olarak aklımızdan ve gönlümüzden asla çıkarmamakla birlikte, fırsat buldukça söylemeye gayret etmelidir. Çünkü hayatımız boyunca imanımızı korumak ve Salih amel yapmakla görevliyiz.

Ramazan-ı şerifte kazandığımız güzelliklerden hiç birini terk etmeden hayatımızı sürdürmek temennisiyle,

 

Bayramınız Mübarek Olsun Efendim.

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: