• resmi ilanlar

Namazda harfleri yerli yerince çıkarmamakla namaz bozulur mu?

31/07/2013 00:00

...

 

Namazda Kur'an'dan bir bölüm okumak farzdır. Bu farzın yerine getirilmiş olması için, Kur'an'ın doğru, usulüne uygun olarak okunması gerekir. Okuyucunun sürçmesi ve yanılmasına zelletü'l-kari veya lahn denir.   Namazda yapılan kıraat hatalarının namazı bozup bozmayacağı konusunda fakihler bir takım ölçüler getirmişlerdir. Bunlar şöyle özetlenebilir; Kur'an kasten manası değişecek derecede yanlış okunursa namaz bozulur. Hata veya unutarak yanlış okunması halinde ise; (bir harf yerine başka bir harf okunması şeklinde meydana gelen yanlışlıkta), bu kelimenin Kur'an'da bulunup bulunmadığına ve mananın değişip değişmediğine bakılır. Buna göre; bir harf değişir de bu değişiklikle kelimenin manası değişmez ve Kur'an'da da o kelimenin benzeri varsa namaz bozulmaz. Şayet harf değişmekle kelimenin manası bozulmaz, fakat bu kelimenin bir benzeri Kur'an'da yoksa İmam Ebu Hanife ve İmam Muhammed'e göre namaz bozulur, İmam Ebu Yusuf'a göre bozulmaz. Eğer harfin değişmesiyle mana değişir ve Kur'an'da da benzeri bulunmazsa namaz bozulur.   Diğer yandan namazdaki kıraatlerde sin ve sad gibi mahreç yakınlığı bulunan harflerde, harflerin tam mahrecinden çıkarılamaması durumunda namaz bozulmaz. Fakat alimlerin çoğunluğu “Allah'ü ehad” yerine “Allah'ü ehat” demenin namazı bozacağı görüşünde oldukları için, İhlas suresini okurken “dal” harfini, “te” gibi okumamaya dikkat etmek gerekir. Aynı zamanda mahreç yakınlığı olmamakla birlikte bazı harfler yaygın olarak karıştırıldığı için ayırt etme zorluğu bulunan bu çeşit harflerin birbiri yerine geçirilmesi durumunda birçok fakihe göre namaz bozulmaz. Mesela “dat” yerine “dal”, “zal” veya “zı” harfinin okunması böyledir. Çünkü bu durumlarda zaruret ve kaçınılması mümkün olmayan bir durum (umum-ı belva) vardır (Hey'et, el-Fetava'l-Hindiyye, I, 79-80; İbn Abidin, Reddü'l-muhtar, I, 631-632).

 

*   *    *

 

BÜYÜKLERİN SÖZLERİ, SÖZLERİN BÜYÜKLERİDİR...

Ölümün bizi nerede

beklediği belli değil,

iyisi mi biz onu her

yerde bekleyelim.

(Montaigne)

 

*   *    *

 

KIRK HADİS

Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir: Mazlumun duası, misafirin duası ve babanın evladına duası. İbn Mâce, Dua, 11.

 

*   *    *

İnsanların çoğunun gafil olduğu iki nimet…

İSLAMDA EĞLENCE -1

 

Dünya nimetleri, bir bakıma insanı sıkıntıdan kurtarmak, eğlendirmek için yaratılmıştır. Fakat bu "eğlenme"nin sınırlarını ve ölçülerini bilmek gerekir.

İnsan çalışarak dünya nimetlerinden faydalanır; mal ve evlât sahibi olur; "dünya hayatının süsü" olan mal ve çocuklarıyla meşgul olarak vaktini hoşça geçirmeğe çalışır: "Mal ve oğullar dünya hayatının süsüdür; bâki kalacak olan güzel işler ise Rabbinin katında sevapça da, umutça da daha hayırlıdır" (el-Kehf, 18/46).

Allah (c.c), yorgunluklarını gidermesi, gönüllerini eğlendir-meleri için kullarına birçok nimetler ihsan etmiştir: "Binme-niz ve süs için atları, katırları ve merkepleri (yarattı) ve daha sizin bilmediğiniz nice şeyler yaratmaktadır" (en-Nahl, 16/8).

Aslında vücudu dinlendiren, gönlü huzura kavuşturan ve ruhları doyuran şey, ihlâslı olarak yapılan ibadettir: "Onlar ki, inanmışlardır ve kalpleri Allah'ı anmakla huzura kavuşur; İyi bilin ki ancak Allah'ı anmakla kalpler huzura kavuşur" (er-Râd 13/28). Hadis-i şerifte meşrû ve faydalı eğlence olarak dört husus bildirilmiştir; Atıcılık, binicilik, yüzücülük, aile ve çocuklarla eğlenme:

"Allah'ın zikri olmayan herşey ya (faydasız) eğlencedir veya vakti boşa geçirmektir. Ancak şu dört şey bunlardan değildir: İnsanın (atıcılık için) iki şey arasında yürümesi, atını terbiye etmesi, ehli ile oynaması ve yüzücülüğü öğrenmesi. " Hz. Ömer (r.a.), "Çocuklarınıza yüzmeyi, atıcılığı öğretiniz ve onlara sıçrayarak atlara binmeyi emrediniz" demiştir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 46).

Eğlence iki kısma ayrılır:

1. Meşrû (yasak olmayan; mübah) eğlenceler;

 

2. Gayrimeşrû (yasak) eğlenceler.

"Eşyada asıl olan mübahlık-tır" kuralına göre belirli sayıda-ki haramların dışında kalan şeyler mübah (helâl)tır. Hara-ma düşme tehlikesi olursa, bazı "mübah"ların terkedilmesi de tavsiye edilmiştir.

Kur'ân-ı Kerim'de Allah'ın kulları için helâl kıldığı süs ve eğlencelerin haram olmadığı bildirilmiştir: "Ey Âdemoğulları, her mesci(de gidişiniz)de süs(lü güzel elbiseler)inizi (üzerinize) alın; yiyin-için, fakat israf etmeyin; Çünkü O, israf edenleri sevmez. "; "De ki: 'Allah'ın kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti?' De ki: 'O, dünya hayatında inananlarındır, kıyâmet günü de yalnız onlarındır. ' İşte biz bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz" (el-A'raf, 7/31-32).

Meşrû Eğlenceler: Peygamberimiz (s.a.s)'in tatbikatıyla sâbit olan helâl eğlenceler şunlardır: Koşu, güreş, atıcılık, kılıç-mızrak oyunları, av.

1. Koşu: İslâm, insanın be-den ve ruh sağlığına faydalı olan spor çeşitlerini helâl kıl-mıştır. Savaşa hazırlık maksa-dıyla yapılan eğitimler ve harp oyunları mübah olmanın ötesinde birer zarûrettir.

Sahâbîler, Peygamberimi-zin huzurunda koşu müsâba-kaları yapardı. Peygamberimiz (s.a.s) bizzat Hz. Âişe (r.a) ile yarışmış; bir defa kendisi yenmiş, bir seferinde de Hz. Âişe Peygamberimizi geçmiştir.

Peygamberimiz (s.a.s) at yarışı yaptırmış ve galip gelene mükâfat vermiştir. Yalnız bu, günümüzde yapıldığı gibi, her iki yarışmacının ortaya para koyup, kazananın hepsini alması şeklinde yapılan at yarışı değildir. Bu şekilde yapılan at yarışı kumardır ve yasaklanmıştır. Mübah olan at yarışında, mükâfâtı, kazanan yarışmacıya, ya yarışmacıların dışında üçüncü bir şahıs veya bir kurum verir veya yarışmacılardan yalnız birisi verir. DEVAMI YARIN

*   *    *

 

KISSADAN HİSSELER

 

KUR-AN-IN

PEYGAMBERİMİZE

VERDİĞİ DEĞER

 

İslam'ın temel kaynağı olan Kur'ân'da Yüce Allah, Hz. Peygamber'i ve O'nun sünnetini çok müstesna bir yere oturtmakta ve O'na itaati kendisine olan itaatle bir tutmaktadır (Nisa 4/80). Ancak şunu da belirtmek gerekir ki bağlayıcılık açısından sünnetin tamamı aynı seviyede değildir. Çünkü sünnetin de kendi içinde tasnifi söz konusudur. Hz. Peygamber'in uygulamaları arasında bağlayıcılık açısından farz, vacip, haram ve mekruh olanlar olduğu gibi müstehab, mendub ve mübah derecesinde olanlar da vardır. Aynı durum Kur'ân için de söz konusudur.

Sünnete kaşı genel bir kayıtsızlık ve umursamazlık içinde olanları bu tavra iten önemli sebeplerden birisi de bunlardan bazılarının sünneti ve hadisleri tamamen vahiy dışı olarak görmeleridir. Halbuki sünnetin bir bölümü de vahiy kaynaklıdır. Kaldı ki, Rasûlullah'ın vahiy kaynaklı olmayan söz, fiil ve takrirleri de ilahî kontrolden geçmiştir. Yani onun hataları -diğer insanlarda olfduğu gibi- düzeltilmeden yüzüstü bırakılmamıştır. Biz Peygamber'in masumluğunu da zaten böyle anlıyoruz. Nitekim O'nun en küçük hataları bile bizzat Kur'ân âyetleri ile düzeltilmiştir. O'nun diğer insanlardan farkı da iştef bu noktadadır. O'nun hatalarının yüzüstü bırakıldığını kabul etmek, dinin bize bazı yanlış ve eksikliklerle ulaştırılmış olmasını da kabul etmek demektir ki, o zaman bu tebliğe “belâğun mübin” “apaçık tebliğ” demek mümkün değildir. İşte bu sebeple sünnetin dindeki değerini ortaya koyan unsurlardan birisi de hepsinin olmasa da bir bölümünün vahiy mahsulü olmasıdır. DEVAMI YARIN

 

*   *    *

 

ORUÇLA İLGİLİ AYETLER VE HADİSLER

 

Sure (Nisâ Suresi), 173. Ayet

İman edip salih ameller işleyenlere gelince, (Allah) onların mükafatlarını eksiksiz ödeyecek ve lütfundan onlara daha da fazlasını verecektir. Allah'a kulluk etmekten çekinenlere ve büyüklük taslayanlara gelince; (Allah) onları elem dolu bir azaba uğratacaktır ve onlar kendilerine Allah'tan başka bir dost ve yardımcı da bulamayacaklardır.

 

*   *    *

 

Nusret Dede

İl Müftü Yard.

 

NİÇİN İBADET EDERİZ? 

İnsan gerek kendi vücuduna ve gerekse çevresine baktığında Yüce Allah'ın kendisini nice nimetlerle donattığını görecektir. Eli, ayağı, gözü, kulağı, midesi, dalağı ve daha nice iç ve dış organlar, gülmek, ağlamak, sevinmek, üzülmek, unutmak, hatırlamak vb. birçok duygu bahşedilmiş. Her birinin güzelliği ayrı, her biri yerli yerinde, her biri kendisine verilen görevleri ve fonksiyonları eksiksiz ve aksaksız yerine getiriyorlar.

Yakın çevrimize baktığımızda tertemiz hava, pırıl pırıl berrak sular, verimli araziler, suyu, toprağı, güneşi, besini aynı olmasına rağmen renkleri, tatları, kokuları, şekilleri birbirinde çok farklı bin bir çeşit meyve sebze bahşedilmiş. İftar sofralarımızda yer alan her bir yiyecek ve içeceğin apayrı bir macerası var. Uzak çevremize bakınca da dünyamız, uydusu ay, güneş, güneş sisteminde yer alan diğer gezegenler, yıldızlar, diğer sistemler vs. Bütün bunların insanı hayrete düşüren ilahi bir mühendislik ürünü olduğu apaçık bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.

İnsana bahşedilen nimetlerin ne kadar çok olduğunu ifade eden şu ayet-i kerimelere kulak verelim: ''Hâlbuki Allah'ın nimetini saymaya kalksanız onu sayamazsınız. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (Nahl/16, 18) ''O, istediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah'ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız. Şüphesiz insan çok zalimdir, çok nankördür.'' (İbrahim/14, 34) bu iki ayette de (saymaya kalkışsanız, sayamazsınız) şeklinde dilimize çevrilen bir bölüm bulunmaktadır. Saymak fiilinin ilki adet kökünden gelmekte olduğundan, tek tek saymayı ifade etmektedir. İkincisi ise ihsa kökünden gelmektedir. İhsaiyat bugünkü Arapçada istatistik bilimi anlamında kullanılmaktadır. Öyleyse ihsa bir şeyin tek tek değil de gruplanarak sayılmasıdır. Buna göre anlam şu şekilde belirmektedir: Eğer Allah'ın nimetlerini tek tek saymaya kalkışsanız, bunu başaramayacağınız gibi grup grup saymayı da başaramazsınız. Kısaca söylemek gerekirse Allah'ın bize bahşettiği nimetler sayısızdır.

İnsanın iç ve dış âleminde yer alan maddi ve manevi bütün nimetler, yine yakın veya uzak çevremizde yer alan nimetlerin tümü insanoğlunun hizmetine sunulmuş ve onun sorumluluğuna verilmiştir. Şunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız ki, anılan bu nimetler için hiç birimiz, nimet bize bahşedilmeden önce ne bir talepte bulunduk, ne de bunlar için bir ücret ödedik. İşte tam bu noktada aklımıza şu soru geliyor: Talepte bulunmadığımız halde bize bahşedilen bütün bu nimetler karşısında acaba biz insanoğlunun hiçbir görevi yok mudur?

Değerli okurlarım!

Bu durumda bizim üç görevimizden söz edebiliriz. Bunlar nimeti vereni tanımak, nimete karşı şükretmek ve ibadet etmektir. En başta, bütün bu nimetleri bize bahşeden Yüce Yaratıcımızı tanımalı, bütün güzel isimleri ve sıfatlarıyla bilmeli, O'nun mün'im-i hakiki (gerçek nimet veren) olduğunu asla hatırımızdan çıkarmamalı ve O'na nankörlük etmemeliyiz. Bir başka ifadeyle nimetleri bize bahşedenin başkaları değil de Yüce Allah olduğunu bilmeli ve buna inanmalıyız. İman inanmak anlamına gelirken, küfür de inkâr etmek anlamının yanı sıra, nimetlere nankörlük etmek anlamını da içerisinde barındırmaktadır.

Teşekkür ve şükür kavramları aynı kökten türetilmişlerdir. Birinden iyi bir davranış, iyilik veya yardım gördüğümüzde ona teşekkür ederiz. Bu nimetleri bize bahşeden Allah'ı tanıdıktan sonra, nimetler karşısında O'na (c.c.) şükretmeliyiz. O'na asla nankörlük etmemeliyiz. Şükür, iki şekilde yapılmaktadır. Bunlardan biri sözlü olarak yapılan şükürdür. Elhamdülillah (Ya Rabbi sana hamdolsun), eş-şükru lillah (Ya Rabbi sana şükürler olsun), Allah'a şükür! gibi sözcüklerle ifade edilebilir. Ancak sadece sözle şükür yeterli gelmemekte, bunu fiili olarak da desteklemek gerekmektedir. Mesela, hali vakti yerinde olan bir kişi Elhamdülillah demekle kalmayıp, malından zekâtını, fıtır sadakasını ve nafile sadakasını da vermelidir. Yine ilim sahibi olan bir kişi sözlü şükürle yetinmeyip, bilgisini öğrencilerle ve diğer insanlarla sözlü ya da yazılı olarak paylaşmalı, bildiklerini başkalarına da öğretmelidir. Böylece bu kişiler malının ve ilminin şükrünü sadece dille değil fiilleriyle de yerine getirmiş olurlar.

Nimetler karşısında üçüncü görevimiz ise bu nimetleri bize bahşedene kulluk etmektir. Bu da emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmak suretiyle yerine getirilir.

Peki, niçin ibadet ediyoruz? Bu soruyu biraz açtığımız zaman sorunun iki şıkkının olduğunu görürüz. Birincisi, ibadet etmemizin illeti nedir? İllet ibadet yapmamızı gerekli kılan ana sebeptir. İkincisi ise, ibadet etmemizin hikmeti ve faydası nedir? Hikmet ise yaptığımız ibadetten elde edilecek olan faydadır. Öyleyse, niçin ibadet ediyoruz? sorusu ile illet kastedilirse, bu sorunun cevabı, Rabbim emrettiği için ibadet ediyorum, olacaktır. Niçin ibadet ediyoruz? sorusu ile hikmet ve yarar kastedilirse bu durumda da her bir ibadetin birçok hikmeti ve yararından bahsetmek mümkündür.

 

Cenab-ı Hakk cümlemizi, ihlâslı bir kalple sadece kendisine kulluk eden ve kulluğunda daim olanlardan eylesin.

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: