• resmi ilanlar

Bir vaktin namazı kılınırken diğer namazın vakti girerse kılınmakta olan namaz bozulur mu?

26/07/2013 00:00

...

 

Bir vaktin namazı kılınırken diğer vaktin ezanı okunsa, namaz tamamlanır (Buhari, Mevakit, 28). Bu namazı kaza etmeye de gerek yoktur. Ancak unutmamak gerekir ki bir özür olmadan namazı son vaktine bırakmak tahrimen mekruhtur.   Sabah ve cuma namazı dışında namaz kılarken vaktin çıkmasının o namazı bozmayacağı konusunda alimler görüş birliği içindedir. Sabah namazında ise güneş doğarken namaz kılmayı nehyeden hadislere dayanan İmam Ebu Hanife güneşin doğmasının kılınmakta olan namazı bozacağını söylemiştir. Bunun yanında İmam Ebu Yusuf ve Muhammed son oturuşta teşehhüd miktarı oturulmuşsa namazın bozulmayacağını ifade etmişlerdir (Kasani, Bedaiu's-Sanai', I, 329; İbnü'l-Hümam, Fethu'l-Kadir, I, 386; II, 254). Diğer mezhepler ise Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sabah namazının bir rekatı kılındıktan sonra güneş doğar veya ikindi namazının bir rekatı kılındıktan sonra güneş batarsa o namazın tamamlanacağını ve geçerli olacağını bildiren hadisine (Buhari, Mevakit, 27) dayanarak namaz kılarken vaktin çıkmasının o namazı bozmayacağını belirtmişlerdir (İbn Rüşd, Bidayetü'l-müctehid, I, 95; İbn Kudame, el-Muğni, II, 16-17).   Buna göre sabah namazında ihtilaf bulunmakla birlikte bir vaktin namazı kılınırken diğer vaktin ezanının okunması kılınmakta olan namazı bozmaz. 

 

*   *    *

 

BÜYÜKLERİN SÖZLERİ, SÖZLERİN BÜYÜKLERİDİR...

İlim öyle bir şeydir ki, sen ona tam

gücünü vermedikçe o sana yarısını

bile vermez. (Ebu Yusuf)

 

*   *    *

 

KIRK HADİS

(Mümin) kardeşinle münakaşa etme, onun hoşuna gitmeyecek

şakalar yapma ve ona yerine getirmeyeceğin bir söz verme.

Tirmizî, Birr, 58.

 

*   *    *

Cenâb-ı Allah'ın sıfatlarından biridir…

AFV AFFETMEK

Suç, kusur, kabahat, hata ve günahı bağışlamak, yapılan suçtan dolayı cezalandırmamak, suç işleyeni kınamamak. Suçlu veya maznun hakkındaki infazdan, hukukî uygulamadan vazgeçilmesi anlamında bir İslâm hukuku ıstılahı.

Affetmek, Cenâb-ı Allah'ın sıfatlarından biridir. Allah'u Teâlâ kendisine ortak koşma (şirk) suçu dışında kalan diğer suç ve günahları hesap gününde affedebilir. Bu da Cenâb-ı Hakk'ın kullarına merhametini ve büyüklüğünü göstermektedir. Günahlarından tevbe eden kulları affetmesi ise daha büyük bir ihtimaldir.

"Ey iman edenler, içten gelerek yapılan bir tevbe ile Allah'a tevbe ediniz. Umulur ki, Rabbiniz günah ve kötülüklerinizi örter..." (Tahrîm, 66/8) Cenâb-ı Allah bu ayet ile tevbeden sonra affetme ihtimalini göstermiştir. Tevbe ile birlikte günahkâr bir kulun yapması gereken husus Rabb'inden af dilemesidir.

Cenâb-ı Allah'ın günahkâr kullarını affettiği gibi, müminler de birbirlerini affetmesini bilmelidirler. Diğer insanlara karşı kin ve nefret duygusu beslemek mümin kişinin benimseyeceği bir davranış değildir. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.) Mekke'de kendisine eziyet edenleri, Bedir, Uhud ve Hendek gazvelerinde kendisine karşı savaşıp İslâm'ı yok etmek isteyenleri bile sonradan İslâm'a girince affetmiştir.

Cenâb-ı Hakk: "Güzel söz söylemek ve affetmek, peşinden eziyet gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah Gani'dir, (Hiçbir şeye muhtaç değildir) Halim'dir (Yarattıklarına karsı yumuşak davranandır)" (el-Bakara, 2/263) diye buyurup, affetmenin faziletinden bahsetmektedir. Ayrıca şöyle buyurur:

"(Ey rasulüm) sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillere aldırış etme. " (el-A'raf, 7/199) Ayrıca Kur'an-ı Kerim'de "af" tabiri fazlalık anlamında kullanılmıştır: "Sana (hayır yolunda) neyi infak (ve tasadduk) edeceklerini sorarlar. De ki: "Affı (yani ihtiyacınızın dışında kalanları) veriniz." (el-Bakara, 2/219)

Hz. Peygamber (s.a.s.) de bu konuda şöyle buyurmuşlardır:

"Elinizden geldiği kadar müslümanların cezalarını kaldırmaya çalışınız. Onun için bir çıkış yolu varsa serbest bırakınız. Devlet başkanının afta hata etmesi cezalandırmada hata etmesinden daha iyidir. " (Ahmed b. Hanbel, V 160)

İslâm'ın geldiği dönemde Cahiliye devri insanları herhangi bir suç işleyen kimseyi kesinlikle cezalandırma eğiliminde idiler. Af ancak üst düzeydeki kabile şeyhleri ve akrabaları için uygulanırdı. Bunun dışında kalanlar mutlaka cezaya uğratılmakta idiler. Kur'an-ı Kerîm'in şahsi mağduriyetlerde suçluyu affetmeyi tavsiye ettiği (Ali İmrân, 3/124; Mâide, 5/13) görülmektedir.

Ancak günah ve suç işleyenlerin suçları sabit olduğunda ve bunun affedilmesi halinde toplumda kötü örnek olacaksa İslâm devletinin yöneticileri bunu affedemezler. Ancak kısas ve ta'zirlerde cezaların affı genel bir prensip olarak uygulana gelmiştir. Fakat had*lerin tatbikinde affetmek pek câiz görülmemiştir. Kısas ve ta'zirlerde af durumu daha çok mağdur ile suçlu arasında olan bir olay kabul edilmiştir. Mağdur isterse affeder. Bu durumda haksızlığa uğrayan taraf suçluyu affettiğinde onu mükâfatlandırmak Allah'a aittir. (eş-Şûra, 42/40) Bu affı yapan mümin mağdur olmasına rağmen böyle bir affi yapmasının takvâ*ya daha yakın olduğunu Cenâb-ı Hakk'ın şu mesajlarından bilmektedir:

*   *    *

 

KISSADAN HİSSELER

 

O'nun Tabağıyla

Zemzem İçmek

Firâs adlı bir sahabe vardı. O da Peygamber Efendimiz'e ait bir eşyaya sahip olmak istiyordu. Bir gün Rasûl-i Ekrem (sav)'in yanına geldiğinde, önündeki bir tabaktan yemek yediğini gördü. Ve tabağı kendine hediye etmesini istedi. Kimsenin isteğini geri çevirmeyen Rasûlullah (sav) da tabağı ona hediye etti. Hz. Ömer zaman zaman Firas'ın evine gider, "Hele şu tabağı bir getirin:' derdi. Habibullah Efendimiz'in mübarek ellerinin değdiği bu tabağı zemzemle doldurup kana kana içer; artan suları yüzüne gözüne serperdi. Bu âşık babanın oğlu Abdullah ibni Ömer de Peygamberler Sultanı'na bir başka meftundu. Rasûlullah (sav)'a duyduğu derin hasretle O'nun gittiği yollarda yürür, O'nun oturduğu yerlerde oturur, O'nun altında dinlendiği ağaçları kurumasın diye sulardı.

 

O'nun yaptığını

bozmak…

Abdullah İbn Abbâs [ra] anlatıyor: "Babam Abbâs'ın [ra] Hz. Ömer'in [ra] gelip geçtiği yola da uzanan bir su oluğu var­dı. Ömer [ra] bir cuma günü camiye gitmek üzere evinden çıkmıştı. Abbâs [ra] ise bu oluğun üzerinde (tavuk benzeri) iki kuş kestirmişti. Ömer [ra] oluğun yanından geçerken oluktan akan kanlar onun elbisesine değdi. Ömer [ra] buna kızdı ve oluğun sökülmesini emretti. Sonra tekrar evine dönerek kan­lanan elbisesini çıkardı ve başka bir elbise giydi. Ardından ca­miye giderek cuma namazını kıldırdı. Durumdan haberdar edilen Hz. Abbâs [ra] cuma namazından sonra Ömer'in [ra] yanına geldi ve:

-  Vallahi, o oluğu oraya Resûlullah [sav] kendi elleriyle koymuştu, dedi. Bunu üzerine Hz. Ömer [ra]:

-  Allah aşkına! Şimdi benim sırtıma bin ve o oluğu Resûlullah'ın koyduğu yere koy, dedi ve Hz. Abbâs'ı oluğu yerine yerleştirene kadar sırtında taşıdı.

*   *    *

 

ORUÇLA İLGİLİ AYETLER VE HADİSLER

 

Sure (Âl-i İmrân Suresi), 193. Ayet

"Rabbimiz! Biz, 'Rabbinize iman edin' diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber al."

 

 

*   *    *

 

Dr. Nusret Dede

 

 

ALLAH SEVGİSİ VE ALLAH KORKUSU

Yüce Allah’ın doksan dokuz tane güzel isimleri bulunmaktadır. Ayet-i kerimede ‘‘En güzel isimler Allah’ındır, öyleyse onlarla O’na dua ediniz. (A’râf/7, 180) buyrulmaktadır. Esmau’l-hüsnadan sevgi ile alakalı olan birkaç tanesini hemen hatırlayalım: Yüce Allah (c.c.):

-el-Vedûd: Kullarına sevgi bahşeden, dilediği kulunu çok seven, aşkı ile yanan kullarını seven, salih kullarını sevip onları rahmet ve rızasına ulaştıran ve sevilmeye en çok lâyık olan,

-er-Rahmân: Dünyada, iyi-kötü, zengin-fakir, küçük-büyük, mümin-kâfir ayırt etmeden yarattığı her varlığa muhtaç oldukları rızkı veren, himayesi altına alıp besleyip büyüten,

-er-Rahîm: Verdiği nimetleri iyi kullananlara daha büyük ve ebedî nimetler veren, Ahiret hayatında sadece ise mü’minlere ihsan ve ikram eden,

-el-Velî: Sevdiği kullarına yardım eden, sıkıntılarını, darlıklarını kaldıran, ferahlık veren karanlıklardan kurtarıp, aydınlığa çıkaran,

-er-Raûf: Kullarına çok merhamet eden, çok yardım eden, çok şefkat gösteren; insanları yükümlü tutma konusunda çok müsamahalı davranandır.

Değerli okurlarım!

Allah (c.c.) hepimizi seviyor. Seviyor ki, bizleri yokluk âleminden varlık âlemine çıkarmış, yoktan var etmiş. Ayrıca yaratıp öyle başıboş bir halde de bırakmamış. Yaratmaya hala devam etmektedir. Hal böyle olunca biz kullar da Allah’ın sevgisini karşılıksız bırakmamalı, sevgimizi ilk olarak Yüce Yaradanımıza yöneltmeli; O’nu çok sevmeliyiz.

Rabbimiz, ‘‘De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Âl-i İmran/3, 31) buyuruyor. Öyleyse Allah’ı sevdiğini iddia eden bir kul O’nun Peygamberine uymalıdır. Allah sevgisi Peygamber sevgisini beraberinde getirir. Allah’ı sevdiğimiz iddiasının ispatı Peygamberimizi sevmek ve ona uymakla mümkündür.

Allah (c.c.) biz kullarını seviyor, Peygamberimiz (s.a.v.) de ümmetini son derece çok seviyor. Müminler de Allah’ın emirlerini yerine getirip, yasaklarından kaçınarak, Hz. Peygamberin hayatını kendilerine düstur edinerek Allah ve Peygamber sevgisini ifade etmeye çalışıyorlar.

Bununla birlikte, nasıl ki her şey zıddıyla kaim ise, Allah sevgisi kavramıyla birlikte onu destekleyen ve yerine göre de dengeleyen bir Allah korkusu kavramından söz etmeye de ihtiyaç vardır. Nitekim Allah (c.c.) kullarını sevmesi sonucu Cennetini yaratmış ve hoşnut olduklarını Adn Cennetlerine yerleştireceğini bildirmiştir. Ancak öte yandan, kendisine isyan eden, yeryüzünde bozgunculuk çıkaran, zulmeden … kimseler için de Cehennemini yaratmış ve bu eylemlerinden vazgeçip af dilemedikleri takdirde onlara orada azap edeceğini bildirmiştir.

Allah korkusu Kur’an’da haşyet, vecel, rahbet, havf, vb. gibi ifadelerle anlatılır. Mesela “Allah’tan ancak ilim sahipleri korkar.” (Fâtır/35, 28) ayetinde Allah korkusu haşyet tabiri ile ifade edilmiştir. “Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah’ın adı anıldığı zaman kalbleri titrer. Kendilerine Onun âyetleri okunduğunda imanları artar ve onlar yalnız Rablerine tevekkül ederler.” (Enfal/8, 2) ayetinde ise Allah korkusu vecel tabiriyle ifade edilmektedir. ‘‘Allah, şöyle buyurdu: “İki ilâh edinmeyin. O, ancak tek ilâhtır. O hâlde, yalnız benden korkun.” ayetinde Allah korkusu rahbet tabiriyle ifade edilmiştir. ‘‘Doğrusu biz birçok asık suratların bulunacağı bir günde Rabbimizden korkarız' derler.’’ (İnsan/76, 10) ayetinde ise Allah korkusu havf tabiriyle ifade edilmiştir.

Zaman zaman Allah korkusu diye Türkçemize çevrilen takva kavramı ise yukarıda sayılan ifadelerden oldukça farklı bir durum arz eder. Çünkü takva, korkma anlamı içermekten çok daha fazla, korunmak anlamını içerisinde barındırmaktadır. Takva ifadesi Kur’an’da kırktan fazla ayette geçmektedir. Bütün bu ayetleri bir araya getirip değerlendirdiğimizde takvanın sırf Allah korkusu değil, O’nun sevgisinden mahrum kalma endişesi olduğu ve bunu da emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınarak rahmetinden mahrum olmaktan korunmakla gerçekleşebileceğini görürüz. Buna göre ‘‘takva, kişinin Allah’a karşı olan sorumluluklarının bilincinde olmasıdır’’ diyebiliriz.

Din eğitiminde Allah korkusu konu edilmeden önce Allah sevgisi konu edilmelidir. Korkutucu ve baskıcı bir eğitim ikiyüzlü, samimiyetsiz, tutarsız, çıkarcı ve pısırık bireyler yetiştirir. Hâlbuki dinimiz bizim bu niteliklerden uzaklaşmamızı emrediyor. Öyleyse çocuklarımıza ‘‘Allah yakar, Cehenneme atar’’ demeden önce; ‘‘Allah sizi seviyor, Cennetine yerleştirecek’’ demelidir.

Umduklarımıza nail, korktuklarımızdan emin kılması dileğiyle…

 

Sevgiyle kalınız Efendim...

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: