• resmi ilanlar

Kadınlar başı açık ve çorapsız namaz kılabilir mi?

25/07/2013 00:00

...

 

Ergen olmuş Müslüman bir hanımın, mahremi olmayan erkeklerin yanında olduğu gibi, namaz kılarken de vücudunun dinen örtülmesi gereken yerlerinin tamamını örtmesi gerekir. Baş da örtülmesi gereken yerlerdendir. Hz. Aişe'den rivayet edilen bir hadiste Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah ergenlik çağına ulaşmış kadının başörtüsüz namazını kabul etmez.” (Ebu Davud, Salat, 85). Ayrıca Rasulüllah'ın eşlerinin evlerinde namaz kılarken başlarını örttüklerini, Peygamberimiz (s.a.s.)'in başı açık namaz kılan genç kızları uyardığını ve buluğa eren kadınların başlarını örterek namazlarını kılmaları gerektiğini bildiren hadisler vardır (Ebu Davud, Salat, 85). Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanından günümüze kadarki uygulama da böyledir. Kadınlar, ayakları -tercih edilen görüşe göre- avret mahalli olmadığından, topuklarından yukarısı açık olmamak kaydıyla çorapsız namaz kılabilirler (Merğinani, el-Hidaye, I, 43).

 

*   *    *

 

BÜYÜKLERİN SÖZLERİ, SÖZLERİN BÜYÜKLERİDİR...

İnsanoğlu hilebazdır, kimse bilmez

fendini, her kime iyilik edersen, sakla

ondan kendini (La-Edri)

 

*   *    *

 

KIRK HADİS

(Mümin) kardeşinle münakaşa etme, onun hoşuna gitmeyecek

şakalar yapma ve ona yerine getirmeyeceğin bir söz verme.

Tirmizî, Birr, 58.

 

*   *    *

 

DAVRANIŞLARDAKİ NİYET DUYGUSU

AHLÂK

İslâm'da Emr-i Bi'l-Ma'ruf ve Nehy-i Ani'l-Münker* prensibi insanların ahlâkını daima iyiye doğru yönlendirmek içindir. Hz. Peygamber'in "Ahlâkınızı güzelleştiriniz.", "Allah'ın ve Resulü'nün ahlâkı ile ahlâklanınız." diye tavsiyelerde bulunması Müslümanın daima ahlâkını güzelleştirmesi gerektiğini dile getirmektedir. Bunun yanı sıra, Kur'an-ı Kerîm'in birçok yerinde İslâm toplumunun daha mükemmel bir ahlâkî yapıya kavuşması için bir hayli emir ve nehiylerin sıralandığını ve Müslüman için Allah'ın razı olacağı bir hayat tarzının belirlendiğini biliyoruz. Bu gibi ahlâkî emir ve yasaklamaların bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

"Rabbin yalnız kendisine ibâdet etmenizi, anneye ve babaya iyilik etmenizi emretti. İkisinden birisi yahut her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşır, yaşlanır, yanında kalırlarsa sakın onlara "öf" bile deme, onları azarlama, onlara güzel söz söyle. Onlara acımadan dolayı, tevazu kanatlarını indir (onlara karşı alçak gönüllü ol) ve "ey (her varlığı terbiye edip yetiştiren) Rabbim! Bunlar beni küçükken nasıl (acıyıp) yetiştirdilerse sen de bunlara acı " de... Seninle akrabalığı olana, yoksula ve yolcuya hakkını ver. (Malını gereksiz yere) saçıp savurma. Çünkü (gereksiz yere mallarını) saçıp savu-ranlar Şeytan'ın kardeşleri olmuş-lardır. Şeytan ise Rabbi'ne karşı çok nankördür. Eğer (elin dar olduğu için) Rabb'inden umduğun bir rahmeti bekleyerek onlardan yüz çevirecek (onlara bir şey vermeyecek) olursan, bari onlara yumuşak söz söyle, gönüllerini al, bolluğa kavuşmaları için Allah'a dua et. Ellerini boynuna bağlanmış kılma, tamamen de açma, sonra kınanır, hasret içinde kalırsın. (Ellerin boyna bağlanması cimriliği temsil eder. Ellerin açılması da israfi ifade eder. Yani cimrilik de israf da İslâm nazarında kötü bir alışkanlık olup her iki durumda da insanın pişmanlık duymasına yol açar.)...

* Fakirlik korkusuyla çocuklarını-zı öldürmeyiniz. Onları da sizi de biz besliyoruz. Onları öldürmek büyük günahtır.

* Zinaya yaklaşmayınız. Çünkü o, açık bir kötülüktür, çok kötü bir yoldur.

* Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmeyiniz. Kim zulmen birini öldürürse, onun velisi (olan mirasçısı)'na yetki vermişizdir. (Öldürülenin hakkını arar. Ancak o da) öldürmede aşın gitmesin. (Katil yerine katilin akrabasını veya katille beraber bir başkasını öldürmesin). Çünkü kendisine yardım edilmiş (yetki verilmiş) tir. Katilin akrabası kendisine verilen bu yetkiyi kötüye kullanmasın.

* Yetimin malına yaklaşmayın, ancak erginlik çağına (yaşına) erişinceye kadar en güzel tarzda (onun malını kullanıp geliştirebilirsiniz). Ahdi de yerine getirin. Çünkü insana ahdi sorulacaktır.

* Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam yapın, doğru terazi ile tartın. Bu daha iyidir. Sonu da daha güzeldir.

* Bilmediğin bir şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan (o yaptığın kötü şeyden) sorumludur.

* Yeryüzünde kabara kabara (böbürlenerek) yürüme. Çünkü sen yeri yırtamazsın. Boyca da dağlara erişemezsin.

* Bütün bunlar hepsi kötü olan ve Rabbi'nin katında hoş görülmeyen şeylerdir. "

(el-İsrâ, 17/23-38).

 

İslâm'da ahlâkı iman'dan ayırmak mümkün değildir. Zira bütün Kur'anî emirlere boyun eğmek imanın gereğidir. Bu emirlere uymakla da en üstün ahlâkî değerler elde edilir. Resulullah (s.a.s.):

"Müminlerin iman* açısından en mükemmel olanı, ahlâkı en iyi olanıdır." (Buhârî, Edeb, 39) buyurmuştur. Bu duruma göre ahlâkî açıdan mükemmel bir anlayış ve davranışa sahip olmayan kişi iman açısından da kemâle ermiş olamaz. Diğer bir hadiste de şöyle buyurur:

"İman yetmiş türdür. En üstünü 'Lâ ilâhe illâllah'tır en aşağısı da yol üzerinde insanlara eziyet verecek bir şeyi kaldırmaktır. Hayâ da imanın bir bölümüdür." (Ebû Dâvud, Sünnet, 14).

"Allah'a yemin olsun ki, hiç bir kul, kendi nefsi için istediği güzelliği kardeşi için de istemedikçe tam iman etmiş olmaz. " (Buhârî, İman, 7; Müslim, İman, 71-72).

"Haklı olduğu halde bile çekişmeyi bırakan kimseye Cennet'in avlusunda bir köşk verileceğine, yalan söylemekten kaçınan kimseye Cennet'in ortasında bir köşk takdim edileceğine, ahlâkı güzel olan kimseye de Cennet'in en güzel yerinde bir köşk sunulacağına ben kefilim." (Ebû Dâvud, Edeb, 7).

"Mîzana konan ameller arasında güzel ahlâktan daha ağır gelecek hiç bir pey yoktur. İnsan güzel ahlâkı sayesinde, oruç tutup namaz kılan kimseler derecesine yükselir.” (Tirmizî, Birr, 62 ).

Bu ve buna benzer hadislerde Hz. Peygamber güzel ahlâkın üstünlüğünü dile getirmiştir.

Ayrıca: "Müslüman, müslümanların onun elinden ve dilinden emin oldukları kimsedir." (Müslim, İman, 14). "İnsanların en hayırlısı ömrü uzun olup amelleri de güzel olandır. " buyurmakla iyi müslümanı tarif etmiştir.

Sahâbilerden biri Resulullah'a şöyle sorar:

-İslâm'da en hayırlı iş nedir? Peygamber Efendimiz şöyle cevap verir: "Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığına selâm vermendir." Ashâbın ileri gelenlerinden Abdullah İbn Mes'ud da buna benzer bir soru sorunca Resulullah şöyle buyurmuşlardır:

"Vaktinde kılınan namaz,* ana babaya itaat*, Allah yolunda cihad*" İslâm ahlâkının temel prensipleri olarak sadece bunlarla amel eden ve bu prensipler çerçevesinde hareket eden bir toplum her zaman dimdik olarak ayakta durabilir.

İnsanlara karşı daima yumuşak davranmak, hatalarına rastladığında, bu hatalarını son derece yumuşak bir ifadeyle ve onları üzmeyecek bir tarz ve uslüpla söylemek gerekir. İnsan-ları ikaz ederken de aynı üslûbu uy-gulamak müslümanın prensibi olmalıdır. İslâm'ın insanların hayatlarında görülen pratik ahlâkı insanın kendisine, hemcinslerine, çevresinde ve Allah'a karşı olan bütün görevlerini içine alır. Bütün bunlara baktığımızda İslâm ahlâkı hürmet, hizmet, merhamet, edep, hayâ, nefse hâkimiyet, tevazu, adalet, ve benzeri hususlar üzerinde yükselmiştir .

Ayrıca İslâm yalan, küfür, lânet okuma, alay etme, kibirlenme, koğuculuk yapma, gıybet etme, riyâ, cimrilik, kıskançlık, vs. gibi duygu ve davranışların kesinlikle yasaklandığını bildirerek, müslümanın bütün bunlardan da uzak kalması gerektiğini açıklamıştır

 

*   *    *

 

KISSADAN HİSSELER

 

Onun

Hırkasıyla

Örtünmek

 

Ashab-ı kiram, aşkta, bağlılıkta ve samimiyette tarihin bir benzerini daha göremediği eşsiz insanlardır. Bu vasıfları ve daha nice güzel taraflarıyla onlar, ümmet-i Muhammed'in nümûne-i imtisali, en güzel modeli olmaya devam edeceklerdir. Sahabe Efendilerimiz, Rasûl-i Ekrem (sav)'i her zaman görme imkânına sahip oldukları halde O'na duydukları derin sevgi sebebiyle, O'na ait bir şeye sahip olabilme arzusuyla yanıp tutuşuyorlardı.

Peygamber Efendimiz'in amcası Zübeyr'in kızı Ümmü'l-Hakem, diğer sahabeler gibi, Fahr-i Cihan Efendimiz'in bir eşyasına sahip olmak, ona dokunmak, onu hep yanında bulundurmak istiyordu. Bir gün Efendimiz'in, Ümmü Seleme validemizin evine doğru gittiğini gördü. Küçük yavrusu Abdullah ibni Rebia'nın kulağına bir şeyler fısıldadı. Abdullah koşarak Rasûl-i Ekrem (sav)'in arkasından yetişti ve mübarek sırtındaki hırkasını çekip almak istedi. Server-i Enbiya geri dönüp de arkasında bir çocuğu görünce: "Sen kimsin bakayım?" diye sordu. "Ben Ümmü'l-Hakem'in oğluyum." "Peki, hırkamı niye çektin yavrum?" "Annem öyle istedi. Hırkanı alıp kendine götürmemi söyledi." Rasûl-i Ekrem (sav) hırkasını çıkarıp Abdullah'a uzatırken buyurdu ki “Al bunu, annene götür. Hırkayı ikiye bölsün. Yarısını kız kardeşi Duba'a'ya versin, öteki yarısıyla da kendisi örtünsün."

Bütün sahabeler şunu kesin olarak biliyordu ki Allah'ın Sevgili Elçisi, kendisinden istenen herhangi bir şeyi esirgemeden verirdi. Hatta istenen şeye sahip değilse, onu temin edip vermek üzere söz verirdi.

Rasûl-i Kibriya (sav)'nın mübarek vücuduna değen her şeye Ashab-ı Kiram derin bir hasretle bakar, onu elde etmeye çalışırlardı. Çoğu zaman bu bir giyecek değil, bir saç teli, bir tırnak parçası olurdu. Bugün bazı bahtiyar camilerimizin en kıymetli hazinesi onun bir saç teli değil midir? Bu hazineye sahip olmayan camiler, bahtiyar kardeşlerine kim bilir nasıl bir gıpta ve hayranlıkla bakıyordur!

Hulefa-yı Raşidin'in beşincisi olarak bilinen büyük insan Ömer ibni Abdülaziz, Rasûl-i Ekrem Efendimiz (sav)'in mübarek tırnaklarından birkaçını elde etmişti. Zaman zaman bu en büyük hazinesini derin bir hasret ve hayranlıkla açıp seyreder, sonra da büyük bir ihtimamla kaldırıp saklardı. Yakınlarına bu hazineyle ilgili vasiyette bulunarak:

"Efendimin bu mübarek tırnaklarını, öldüğüm zaman kefenimin içine koyun!" demişti. Rasûlullah (sav) abdest aldığı zaman Ashab-ı Kiram, O'nun nur vücudunu yalayan su damlacıklarına sahip olmak için yanıp tutuşurlardı. Hatta bazen bu konuda birbirleriyle yarıştıkları ve işi "sen alacaktın, ben alacaktım" diye çekişmeye kadar götürdükleri olurdu.

 

*   *    *

 

ORUÇLA İLGİLİ AYETLER VE HADİSLER

 

Sure (Âl-i İmrân Suresi), 193. Ayet

"Rabbimiz! Biz, 'Rabbinize iman edin' diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber al."

 

 

*   *    *

 

Bayram ERDOĞAN

İl Müftü Yarımcısı

 

 

TEK YUMRUK TEK YÜREK VE TEK SES

 

Aile yuvalarının ve toplumların uzun süre ayakta kalabilmeleri, mutlu ve huzurlu olmaları fertler arasındaki birlik ve beraberliğin varlığıyla mümkündür.

İnsanlık tarihine baktığımızda milletler tek vücut halinde olabilmişlerse güçlenmişler ve de yükselmişlerdir. Aralarına tefrika girip parçalanmışlarsa zayıflamışlar ve tarih sahnesinden silinip, yok olup gitmişlerdir.

Bireyler gibi milletlerin de düşmanları vardır. Düşmanlar bütün hesaplarını ve çalışmalarını diğer toplumların bölünüp, parçalanmaları ve yok olmaları üzerine yaparlar. Yegâne gayeleri kendilerinin ayakta kalmaları ve mutluluklarıdır. Müslümanların karşısındaki düşmanı temsil eden küfür tek millettir.

Bizim burada kaleme alacağımız husus dünya genelinde Müslümanların, ülkemizde ise aziz milletimizin birlik ve beraberliğinin sağlanmasıdır.

Dünya nüfusu içinde Müslümanların sayısı hiç de küçümsenmeyecek düzeydedir. Yüce dinimizin birlik ve beraberliğe verdiği önemi dikkate aldığımızda; diğer taraftan da yeryüzündeki Müslümanların bölünmüşlüğü ve parçalanmışlığı göz önüne getirildiğinde birlikteliğin ve İslam kardeşliğinin olması gerektiği noktada olduğunu maalesef söyleyemeyiz.

Bir toplum değişik dil, ırk, kültür, mezhep ve görüşlere sahip insanlardan meydana gelir. Bu farklılıklara rağmen insanları bir araya getirip, bir çatı altında toplanmalarını ve birbirlerine bağlanmalarını sağlayan unsur din ve imandır. Olaya bu pencereden baktığımızda Yüce İslam Dininde birlik ve beraberliğin, İslam kardeşliğinin büyük bir önem arz ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Müminleri bir araya getirip onların yan yana, omuz omuza gelerek tek vücut olmalarını sağlayan ortak payda; Canâb-ı Hakk’ın katından bir ucunu bize doğru sarkıtarak tutunmamızı istediği en sağlam ip olan Kur’an-ı Kerim’dir. Bir başka ifadeyle müşterek inançlarıdır.

Yüce Allah bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’tan iyice korkun. Ancak Müslümanlar olarak can verin. Hepiniz Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın, bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Siz birbirinizle düşmandınız da Allah kalplerinizin arasını birleştirdi. Siz de onun bir nimeti olarak kardeşler oldunuz. Siz cehennem çukurunun kenarındaydınız da Allah sizi ondan kurtardı. Allah sizin için ayetlerini böylece açıklıyor. Umulur ki doğru yolu bulursuz.”(Â-i İmran Suresi, 3/102-103)

İslam dininin temelini tevhit inancı teşkil eder. Tevhit inancı Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak demektir. Bir Anadolu köylüsüne; “Türk müsün? Kürt müsün? Arap mısın?” diye sorulduğunda; “İbrahim milletindenim” diye cevap vererek ırkını değil, dinini öne çıkarmak suretiyle önemli olanın Müslüman kardeşliği olduğunu ifade etmesi oldukça anlamlıdır.

“Birlik” sözü İslam’ın özüdür. Allah’ımız, Peygamberimiz, kitabımız ve kıblemiz birdir. Onun için Müslümanların kederde, tasada, üzüntü ve sevinçte, iyi günde, kötü günde bir ve beraber olmaları kaçınılmazdır. Toplu olmada rahmet, ayrılıkta azap vardır. Tefrika, Müslümanların birbirlerinden habersiz ve kopuk yaşamaları, bölünmüştük ancak şeytanı ve düşmanı memnun eder. Onlara bu zevki tattırmamalıyız.

Cemaatleşmeye ve topluluğa önem veren dinimiz Cuma namazının camide cemaatle kılınmasını farz, bayram namazının yine camide ve cemaatle kılınmasını vacip kılmış, beş vakit namazın da camilerde cemaatle kılınmasının çok sevap olduğuna dikkatlerimizi çekmiştir.

Hac mevsiminde milyonlarca hacı Arefe günü ve Arafat’ta aynı anda vakfe yapmak zorundadır. Bütün bunlar İslam Dininin birlikten yana olduğunun göstergeleridir.

Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Dolayısıyla dünyanın neresinde bulunursa bulunsun, konuştuğu dil, yaşadığı ülke ve yüzünün rengi ne olursa olsun tüm Müslümanlar kardeştirler. Yüce Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.” (Hucurat Suresi,49/10)

İslam Dini gelince, birbirlerine kanlı kinli olan Evs ve Hazrec Kabileleri Hz. Muhammed (s.a.v.)’in çabalarıyla kardeş olmuşlardır. Mekkeli Müslümanlar olan Muhacirlere, Medineli Müslümanlar olan Ensar da kardeş olmuşlardır. Ensar sahip oldukları dünyalıkları; tarlalarını, bahçelerini ve hayvanlarını ve diğer imkânlarını paylaşmışlardır.

 

Şeytan ve düşman, iki Müslüman’ın bir araya gelmesini, beraber olup kenetleşmelerini istemezler. Müslümanların arasında fitne, fesat çıkarmak ve onları bölüp, parçalamak için her yola başvururular. Onlara fırsat verilmemelidir. Milli şairimiz M. Akif ERSOY diyor ki

Girmeden tefrika bir millete düşman giremez,

Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.

Düşman her zaman Müslümanların arasına ayrılık tohumları ekmeye kalkar, nifak sokar. Bölüp parçalayıp yutmak onun şaşmaz hedefidir. Onun sinsi oyunlarına karşı millet olarak uyanık olmalıyız.

Bir zamanlar İngiltere’nin başbakanı Lordlar kamarasında yaptığı konuşmada: ‘Bizin Müslümanlar Türkleri topla, tüfekle yenmemiz imkânsız. Ne zaman biz onları Kurandan ve dinlerinde uzaklaştırırsak işte o zaman yenebiliriz.” demiştir.

Tarihin hangi devrinde Millet olarak Kur’andan uzaklaşmış ve dine sırt çevirmişsek, milli değerlerimiz erozyona uğramış, tarih şuurumuz kalmamışsa o zaman, ipi kopan tespihin taneleri gibi dağılmışız, gücümüz zaafa uğramıştır. Dinimizi yaşadığımız, Kur’ana ve bizi biz yapan değerlere sarıldığımız dönemlerde ise zaferden zafere koşmuş ve yükselmişiz. İşte şairimiz rahmetli Mehmet Akif de şu mısralarında bunu anlatıyor:

İslam’ı evet, tefrikalar kastı, kavurdu,

Kardeş, bilerek bilmeyerek, kardeşi vurdu,

Can gitti, vatan gitti, bıçak dine dayandı,

Lakin o zaman silkinerek birden uyandı.

O halde özümüze dönelim. Geçmişte hangi özellik ve meziyetlerimizle başarılı olmuşsak tekrar o güzel hasletlere sahip olalım. Müslümanların ezilmişlikten, horlanmışlıktan, geri kalmışlıktan ve dağınıklıktan kurtulmanın yolu çalışmaktan, birlik ve beraberliklerini İslam kardeşliklerini tekrar hayata geçirmekten geçmektedir.

Geliniz Allah’ın Resulü Efendimiz (s.a.v.)’in buyurduğu gibi etten duvar olalım: “Müminin mümine göre durumu, parçaları birbirine bağlı bir yapı gibidir.” (A.Himmet Berki, 250 Hadis, S.85)

Ülkemizin hangi bölgesinde, şehrinde ve köyünde, dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman bizim kardeşimizdir. Onların sevinciyle sevinmeli ve kederlerini paylaşmalıyız. Onlarla görüşmeli ve ilgilenmeliyiz. Sevgili peygamberimiz (s.a.v.) de bu hususa parmak basarak şöyle buyuruyor: “Müminlerin birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet edip, lütufkâr davranmalarındaki benzeri bir vücut gibidir. Vücudun bir organı rahatsız olur, acı duyarsa diğer organlarda rahatsız olur, uykusuz kalır.” (A.Himmet Berki,250 Hadis, S.172) İslâm kardeşliği soy kardeşliğinin mesut kardeşliğinin önünde gelir. Bu cepheyi de ne top, ne tüfek ne de bomba sarsamaz. Bu gerçeğe milli şairimiz M.Akif şu mısraları ile parmak basmaktadır:

Değil mi? cephemizin sinesinde iman bir,

Sevinme bir, acı bir gaye aynı, vicdan bir,

Değil mi? Sinede birdir vuran yürek, yılmaz!

 Cihan yıkılsa emin ol, bu cephe sarsılmaz!

Ülkemiz açısından durumu değerlendirdiğimizde dün olduğu gibi bugün de birlik ve beraberlik günüdür. Yarın da öyle olmalıdır. Nereden bakarsak bakalım düşman çok. Millet olarak tarih boyunca nice zor ve sıkıntılı günleri birlik ve beraberlik ruhuyla, kenetleşerek atlatmasını bilmişiz. Bugün de bir olalım. Canlı ve heyecanlı olalım. Tek vücut olalım. Dinimizi yaşayalım. Bayrağımızı dalgalandıralım. Vatanımızın milletimize ve devletimizin güzelmiş için çok çalışalım.

Hastaya sağındaki adamcağız öleceğini anlayınca çağırır çocuklarına. Oğlum bana içi dolu bir kibrit kutusu getirin der ve onlara bir ders vermek ister. Onlar da getirirler. Babaları kutudan bir kibrit çöpü çıkararak gözleri önünde iki parmağıyla kırar. Tekrar iki tane çıkar onları da zorlanmadan kırar. Üç, dört, beş derken kırma işini sürdürür. Nihayet geride kalanların hepsini aynı anda kırmak isteyince zorlanır ve kıramaz. Çocuklarına der ki:” İşte yavrularım siz de her biriniz bir tarafa çeker bir ve beraber olmazsanız, düşmanlar sizi bölüm parçalar ve yok etmek isterler. Ama birlik olursanız size bir şey yapamazlar.

Millet olarak da her birimiz bir tarafa çeker ve bağırsak, gücünüz dağılır, düşman da muradına erer.

Şayet düşmanların bu kötü emellerinin gerçekleşmesine izin vermez, elbirliği ve gönül birliği içinde, el ele, yan yana, omuz omuza olur, birlikteliğimizi ve İslâm kardeşliğimizi sergilersek şeytan ve düşman emeline nail olamaz, başarıdan başarıya koşarız.
                      Haydi, hep beraber “TEK YUMRUK, TEK YÜREK VE TEK SES” olalım.

 

 

 

*   *    *

 

TUT BİZİ EY ORUÇ

 

                                                                                                                                                                 Bayram ERDOĞAN

                                                                                                                                                                 İl Müftü Yardımcısı

 

İnsanlar ve cinler Allah (c.c.)’a ibadet etsinler diye yaratılmışlardır. Bunu bilen bir insan nereden geldim? Niçin geldim? Ve nereye gideceğim? Sorularının cevabını vermekte zorlanmayacaktır.

            Müslümanlık binasının üzerine oturduğu beş sütundan birisi Ramazan-ı Şerif ayında oruç tutmaktır. Akıllı, ergenlik çağını gelmiş her Müslüman’ın oruç tutması, İslam’ın olmazsa olmazlarından bir ibadet yani farzdır. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler oruç sizden önceki ümmetlere farz kılındığı gibi, sizin üzerinize de farz kılınmıştır. Umulur ki oruç sayesinde korunursunuz.” ( el- Bakara Suresi. 2/183)

            Oruç, sabah namazı vaktinin girdiği fecr-i sadıktan, diğer bir ifade ile de takvimlerde yazılı olduğu şekliyle imsak vaktinden, akşam namazı vaktinin girdiği güneşin batışına kadar olan sürede müminin yemek, içmek, şehevi istek ve arzularından kendisini tutması, alıkoymasıdır.

            Oruç ibadetinin Müslüman kazandırdığı elbetteki pek çok maddi ve manevi faydaları vardır. Bunlardan en önemlisi orucun mümini haramlardan, günahlardan, kötülüklerden ve ahlaksızlıklardan alıkoymasıdır. Bir bakıma oruç her türlü olumsuzluğun işlenmemesi için “takoz” görevi yapmaktadır. Yukarıdaki ayet-i celilenin son kısmındaki “ umulur ki oruç sayesinde korunursunuz” cümlesi ile de anlatılmak istenen bu husustur. Namazı, orucu, haccı ve zekâtı ile bütün ibadetler bir ahlak eğitimidir.

            Gün boyu sadece Allah için yemeyerek, içmeyerek, şehevi istek ve arzularımızı terk ederek oruç tutuyorsak; Orucun da bizi haramlara ve günahlara karşı tutması ve engellemesi gerekmektedir. Oruç tüm negatiflere karşı bir kalkan görevi yapılmalıdır. Oruçlu Müslüman sadece ramazan ayında değil, hayatı boyunca içki, kumar, zina, hırsızlık, yalan, dedikodu, haset gibi dinimizce yasaklanan haramlardan uzak durmalıdır.

            Sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed ( s.a.v.) de hadis-i şeriflerinde buyuruyorlar ki “…Oruç günahlara karşı kalkandır. Biriniz oruçluyken çirkin ya da cahilce söz söylemesin. Şayet biri diğerine söver veya sataşırsa, ben oruçluyum desin…” ( Müslim, C.1,S.807 )

            Orucu bütün organlarımıza; ellerimize, ayaklarımıza, gözlerimize, dillerimize, kulaklarımıza ve kalplerimize, hâsılı tüm organlarımıza tutturmak bu ibadetteki espriyi yakalamak demektir. Böyle bir oruç “Havas”ın yani dince seçkin kişilerin orucu olma özelliğini kazanabilir.

            Görülüyor ki oruç bir nefis terbiyesidir. Bize her türlü ahlaksızlıkları, hayâsızlıkları yaptırmaya çalışan nefs-i emare denilen azgın nefis, oruç sayesinde huzuru yakalayan nefs-i mutmain ne’ye yükselebilmektedir.

 

            Bilindiği üzere bizim en büyük düşmanlarımızdan birisi de nefistir. Hadislerde rivayet edildiğine göre Cenab-ı Hak nefse sorar: “ Ben neyim, sen nesin?” Nefis de: “Ben benim, sen sensin” deyince, Yüce Allah ona azap eder. Aynı soruyu birkaç defa tekrarlaması üzerine, hep aynı cevapları alır. Hak Teâlâ Hazretleri de ona çeşitli azaplarda bulunur. Son olarak da nefsi aç ve susuz bırakarak azap eder. Tekrar “Ben neyim, sen Nesin”diyse sorunca, açlık ve susuzluğa dayanamayan nefis: “Sen Rahim olan Rabbimsin, ben ise aciz bir kulunum” diyerek pes eder.

            Allah’a kulluk etmeyenler, “mâsivâ” denilen Allah’ın dışındakilerin, nefsin ve şeytanın kölesi olur ki; bu da yaratılış gayesiyle bağdaşmaz.

            Böyleleri “Havasını kendisine ilah edinen kimseyi gördün mü?” (Furkan Suresi, Ayet:43) ayet-i celilesinde anlatıldığı üzere nefsini tanrılaştıran insanlardır. Made, makam, şöhret gibi şeylerin tutsağı haline gelen kimseler bu ayete muhatap olmaktan kurtulamazlar.

            İşte müminleri bu esaretten kurtaracak en tesirli ibadet oruçtur. Oruç insana yaratılış gayesini hatırlatır. Onun için de oruç bütün ilahi dinlerde var olagelmiştir.

            Hakkını vererek oruç tutan Müslüman dince yasaklanan şeylerden, zulüm ve fenalıklardan uzak durur. Helallere ve emirlere yönelir.

            Evinde, mutfağında her çeşit nefis yiyecekler olan oruçlu Müslüman, karnı aç olduğu halde o yiyeceklere el uzatmaz. İftar vaktini bekler ve sabreder. Bunu da Allah için yapar.

            Helal malını yemeyen bu Müslüman nasıl haramlara el uzatır, hırsızlık yapar, kapkaççılık yapar?

            Oruçluyken gündüz helal eşine bile yanaşmayan mümin, nasıl olur da başkasının ırz ve namusunu kirletir, zina eder?

            Kendi malının zekâtını, öşrünü, fitresini veren, sadaka veren nasıl olur da başkasının malını çalabilir?

            Bütün bunlardan anlıyoruz ki oruç ibadeti bizi ahlaksızlıklardan, kötülüklerden korur, nefsimizi dizginler. Haramları ve günahları işlememize engel olur. Sıkı sıkıya bizi tutar.

            Bedenimizi ruhumuzun emrine vererek, nefsimizi imanımıza teslim ederek oruç tutalım. Nefis ve şehvet oruç tutanın emrindedir. Oruç tutmayanlar ise nefislerine ve şehvetlerine yenilerek onların emirlerine girmişlerdir.

            Tuttuğumuz oruçların nefislerimizin gemlenmesine, ruhen yücelmemize, manen temizlenmemize, bağışlanmamıza, ahlaksızlıklardan uzaklaşmamıza, haramlara sırt çevirmemize ve daha sağlıklı olmamıza vesile olması dileklerimle, oruçlarımızın ve tüm ibadetlerimizin kabul olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum.

 

 

 

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: