• resmi ilanlar

“Ölüm haberlerinin gelmesi yakındır”

05/11/2012 00:00

Baro Başkanı Ferit Atalay, Bolu F Tipi Cezaevi’nin de aralarında bulunduğu Türkiye genelindeki 58 cezaevinde 700 tutuklunun açlık grevi sürdürmesi hakkında birbirinden çarpıcı analizler ortaya koydu. Atalay, açlık grevlerinin arkasında başka aktörlerin olduğuna işaret ederek, “Açlık grevlerinin Türkiye’deki terör eylemleri ile bağlantılı olduğu iddia edilen ve bağlantılı olduğu da kısmen kanıtlanmış Meclis’teki partiyle ilişkisi olduğu kanısındayım” dedi. Atalay, Express’e verdiği röportajda, açlık grevlerine ilişkin hükümetin, ana muhalefetin ve BDP’nin yaklaşımlarını değerlendirerek, çözüm önerilerini sıraladı. 55 gündür süren grevlerin ulaştığı boyutları gözler önüne seren Atalay, Bolu’da KCK ve PKK tutuklusu ve hükümlüsü 27 kişinin açlık grevi yaptığını dile getirerek, “Çözüm bulunmazsa, ölüm haberleri almamız yakındır” ifadelerini kullandı.

 

Röportaj: Mehmet KORKUSUZ

Bolu Barosu Başkanlığı’na seçilmesinin ardından ilk röportajını Express Gazetesi Haber Müdürü Mehmet Korkusuz’a veren Ferit Atalay, KCK ve PKK davalarından dolayı cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlülerin sürdürdüğü açlık grevlerini değerlendirdi. Grevlerin nedenleri ve amaçlarına dair analizlerini ortaya koyan Atalay, grevlerin siyasetteki yansımalarını ele aldı, konuya ilişkin bakışını açıkladı.

Baro Başkanı Atalay’ın ülke gündemindeki açlık grevlerine ilişkin verdiği röportajın ayrıntıları şöyle:

 

Sayın Atalay, Bolu F Tipi cezaevinin yanı sıra ülke genelindeki pek çok cezaevinde süren açlık grevlerine kamuoyunun bakışını nasıl yorumluyorsunuz?

Türkiye’de açlık grevlerine iki perspektiften bakılmakta. Bunlardan biri de hükümetin yaklaşımı. Hükümet; cezaevlerindeki açlık grevlerinin doğrudan doğruya Meclis’teki BDP tarafından desteklendiğini savunuyor. Hükümet ayrıca girişimlere BDP’ye yakın grupların ya da daha açık bir deyişle KCK ve PKK davalarından tutuklanan veya gözaltına alınan hükümlülerin ve tutukluların siyasal bir eylemi olarak bakmakta.

Bir grup insanda açlık grevlerine, nasıl yapılmış olursa olsun bu eylemlerin insanın yaşama hakkıyla doğrudan doğruya ilgili olduğu ve bunların önlenmesi gerektiği şeklinde bakıyor.

 

Peki, sizce cezaevlerindeki açlık grevlerinin arkasında başka aktörler var mı?

Kişisel olarak düşüncelerimi açıklamak gerekirse, cezaevlerinde süren bu açlık grevlerinin ismini zikretmek istemediğim Meclis’teki özellikle Türkiye’deki terör eylemleri ile bağlantılı olduğu iddia edilen ve bağlantılı olduğu da kısmen kanıtlanmış partiyle ilişkisi olduğu kanısını taşıyorum. Ama benim bu kanıyı taşıyor olmam, bu açlık grevlerindeki insanların ölmesine meşru baktığım anlamına gelmez. Bizim için cezaevlerinde gerek hükümlü olan, gerekse tutuklu olan insanların tümü devletin güvencesi altındadır. Çünkü yaşama hakkı en kutsal sayılan haklardan biridir. Yaşama hakkı gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile gerek mahkeme kararları ve Anayasa’yla garanti altına alınmış haklardandır.

Cezaevlerinde devam eden bu tür eylemlerin faturası sonuçta yine devlete çıkacaktır. Devletin bir asli görevi de kendi hapishanelerinde tutuklu ve hükümlü bulunan insanların her ne sebeple olursa olsun yaşamalarına olanak sağlamaktır. Bu sorunun sert bir inatlaşma zeminine çekilmeksizin, uzlaşmacı yöntemlerle insanın yaşama hakkına uygun olarak çözülmesi gerekmektedir. Ama bu eylemlerinde gerçekten Türkiye’de bir siyasi partinin kendisini kanıtlama girişimine dönüştürmesinin doğru olmadığı kanaatindeyim.

 

Bolu’da açlık grevi yapan tutuklu ve hükümlü sayısı resmi rakamlara göre kaç?

Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları Komisyonu’na göre, Bolu F Tipi Cezaevi’nde açlık grevi yapanların sayısı 27.

 

Hükümetin grevlere ilişkin “şov amaçlı” şeklindeki tavrı eylemler için siyasal amaç taşıdığı yönünde tartışmaları da beraberinde getirdi. Bu tartışmalara dair bakışınız ve açlık grevlerinin Türkiye genelinde eşzamanlı sürdürülmesi konusundaki analizleriniz nelerdir?

Türkiye’deki terör eylemleri ile Meclis’teki malum partinin birbirleriyle bağlantılarının en fazla sorgulandığı dönem içindeyiz. Terör örgütü PKK’nın kanlı eylemleri son 1 yılda artış gösterdi. Dolayısıyla hükümet bütün olanaklarını seferber etmek gibi bir yükümlülükle karşı karşıya kaldı. Bu nedenle gerek muhalefet, gerekse siyasal iktidarda bulunanlar yoğun çaba içerisinde. Terörü finanse edenlerin, işte tüm bu çabaları sonuçsuz bırakmak amacıyla cezaevlerindeki insanları kısmen de olsa kullandıkları kanısındayım.

Cezaevlerindeki açlık grevi yapan mahkumlara, “Greve son verin!” demek, evet doğru bir şey. Benim yaklaşımımda budur; ancak sırf cezaevindeki insanları kullanarak bu açlık grevlerini sürdürmenin de siyasal bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum.

 

Peki, cezaevlerindeki koşulların bu açlık grevlerinde etkisi oldu mu?

Bu grevler sadece masum amaçlarla ortaya konmuş girişimler değil bana göre. O nedenle sadece cezaevlerindeki kötü şartlar sonucunda da insanlar açlık grevine kalkışmamışlardır. Evet, Türkiye’de cezaevi koşullarının çok uygun olduğunu söyleyemem. Ama yeni yapılmış cezaevlerimizde var. Bunlardan biri de F Tipi Cezaevi’dir. Bu cezaevinin koşulları için çok kötü olduğu söylenemez.

Ben, Bolu’daki açlık grevlerinin diğer illerde süren açlık grevlerine destek vermek amaçlı yapıldığı kanısındayım. Zamanlama da zaten bunu göstermekte.

 

Hükümetin yaklaşımından az önce bahsettik. Ancak CHP ortaya koyduğu araştırma raporlarında ise, cezaevlerindeki açlık grevlerinin ciddi boyutlara ulaştığını vurguladı.

Siyasal iktidarın açlık grevleri için “şov amaçlı” diyerek, konuyu kestirip atmasını çok doğru bulmuyorum. Söz konusu olan insanların yaşam hakkı. Üstelik bu hapishanelerde bulunan insanlar Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Adalet Bakanlığı’nın güvencesi altında. Her ne sebeple olursa olsun, “Bunlar şov yapıyor” diyerek, o insanların ölmelerine müsaade etmek en büyük insanlık suçlarından bir tanesidir. Böyle bir yaklaşımı asla doğru bulmuyorum. Ama sırf açlık greviyle siyasi bir kazanım elde etmek için uğraşanlara da prim verilmesinden de yana değilim. Bunu bir KCK ya da PKK davasıyla ilişkili olarak bu davalardan tutuklu olanlara destek vermek amacıyla sürdürülen açlık grevinin de insan hakları kisvesinin altına sıkıştırılmasını da doğru bulmuyorum. O bakımdan devlet güvencesi altındaki hapishanelerdeki insanların her ne olursa olsun açlık grevlerini sonlandırması gerekmektedir. Hapishane koşulları kötü olabilir, bu hükümlü ya da tutukluların grevleri siyasi amaçlı olabilir ama hiçbiri insan hakkından önde değildir.

 

TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun Bolu F Tipi Cezaevi’nde gerçekleştirdiği temasların krize çözüm getireceğine inanıyor musunuz?

Temasların ayrıntıları hakkında bilgi sahibi değilim. Bolu F Tipi Cezaevi’ndeki açlık grevlerinin diğer grevlerden bağımsız olduğunu düşünmüyorum. Çünkü ülke genelindeki cezaevlerinde sürdürülen açlık grevleri birbiriyle ilintili. Dolayısıyla komisyonun sadece Bolu’da yaptığı girişimlerle sorunun çözülebileceğini tahmin etmiyorum.

 

Cezaevlerinde devam eden açlık grevlerinin geldiği nokta hakkında aktaracaklarınız neler?

Telafisi olmayan zararlara yol açabilir bu durum. Uzun süre devam eden bu grevlerin insanların organlarında yapacağı tahribatların izalesi mümkün değil. Ben umudumu hala taşıyorum. Siyasal iktidarın yöneticilerinin hangi yöntemle olursa olsun bunu sonlandırması gerekir. Grevlerin inatlaşmayla sürdürülmesi halinde ölümler yaşanacaktır. Bu grevler siyasi bir partinin, bir örgütün güdümünde olabilir ya da bağımsız da olabilir. Neden ne olursa olsun bir insanın ölmesine ya da sakat kalmasına devlet müsaade etmemeli. Çünkü nihai sorumlu devlettir.

 

Geçtiğimiz haftalarda mahkum yakınlarının cezaevi önlerinde eylem yapmaları yasaklandı. Açlık grevlerinin bir nedeni de bu yasaklamalar olabilir mi?

Hayır, sanmıyorum. Elbette cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülerin yakınlarının dışarıda içi yanıyor. Bunlarında cezaevi önlerinde eylem yapması hak arayışlarının demokratik bir yoludur. Ancak ben olaya bakarken, bu gerçekten demokratik bir hak çerçevesinde mi kullanılıyor, yoksa anayasamızda belirtildiği gibi bu hakkı kullanırken başka haklara mı tecavüz mü ediliyor, bu ayrımın doğru yapılması gerektiği kanısındayım. İnsanlar temel hak ve özgürlüklerini çok rahatça ve özgürce kullanabilirler. Anayasamızda bu hükümler mevcuttur.

Cezaevlerinde bulunan yakınlarımızın içinde bulunduğu koşulları kötüyse protesto etmek ne kadar anayasal bir haksa, bu hakkı kötüye kullanmakta hukuk tarafından korunmaz. Yani ben zaman zaman bunun işte hep o siyasal sözcüğünün arkasına sığınarak cezaevlerindeki açlık grevlerini protesto eden kişilerinde birtakım siyasi saiklerle zaman zaman bu hakları kötüye kullandıkları kanısını da taşıyorum. Bu çok masumane bir hareket değil ama değil diye de insanların ölümüne müsaade edemeyiz.

 

Türkiye’de 12 Eylül Anayasası’nı ortadan kaldırmaya yönelik hazırlıklar sürüyor. Bu açlık grevlerinin tamda darbe dönemi anayasasını ortadan kaldırmaya yönelik çalışmaların olduğu döneme denk gelmesi, grevlerin anayasa hazırlıklarını hedef aldığı iddialarını da gündeme getirdi. Sizce eylemler yeni anayasa hazırlık sürecini etki altında bırakabilir mi?

Anayasa hazırlık çalışmalarına bir etki oluşturabileceğini sanmıyorum. Çünkü TBMM Anayasa Hazırlık Komisyonu henüz çalışmalarının başında. Hele ki komisyon Türk kimliğinin tanımı konusunda dahi uzlaşabilmiş değil. Anayasa’nın değiştirilemeyen, değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddeleri var. Bu konuda da uzlaşabilmiş değil komisyon.

Dolayısıyla ben Türkiye’de uzlaşma kültürünün eksik olduğunu, yeni bir anayasa yapmak içinde koşulların çok elverişli olduğunu sanmıyorum. Çünkü bundan 5-6 ay evvel bir akademisyen şöyle demişti: “Bugünkü koşullarda kira mukavelesi bile yapılamaz.” Tepkide gösterilse, bu ifade bu bir gerçeği anlatıyordu. Bu akademisyen bu açıklamasında aslında yeni anayasa yapımı konusunda uzlaşmayı işaret ediyordu. Anayasa’nın herkesin isteklerine ve özlemlerine yanıt verir nitelikte olması gerekir. Yani yeni anayasa mümkün olduğu kadar en geniş kitlelerin, siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin, muhalefetin katılımıyla yapılmalıdır. Bugün ben şunu görüyorum; “Meclis’te benim çoğunluğum var. Siz bu anayasa yapımına gelin katılın. Katılmazsanız dahi ben bu anayasayı yaparım! Halk oylamasına giderim ve “Evet” oyunu çoğunlukla çıkartırım.” Bu son derece yanlış bir mantık. Evet, yeni bir anayasaya bu ülkede şiddetle ihtiyaç var. Bu ülke halen 12 Eylül Anayasası’yla yönetiliyor. Değişmesi için toplumda ciddi bir mutabakat var. Bu anayasa mutlak değiştirilecek diye de anayasa geleneğinin temeli olan vatandaşlık, laiklik, hukuk gibi evrensel ilkeleri öteleyerek veya bunları aşındırarak bunları bir ucundan kemirecek ya da ülkedeki azınlıkları öne çıkaracak, Kürtçe’nin anayasaya dil olarak konması gibi ulus devlet algısını tehlikeye düşürecek yaklaşımları doğru bulmuyorum.

Eğer mevcut açlık grevleri bunun için ortaya konmuşsa da bunun anayasa hazırlık çalışmalarına etkisi ya da katkısı olacağını da sanmıyorum.

 

Sayın Atalay, açıklamalarınızdan dolayı teşekkürler.

Ben teşekkür eder, Express okuyucularına saygılarımı sunuyor, selamlarımı gönderiyorum. 

 

İlk yorum yapan siz olun!
 1250 karakter yazabilirsiniz

Tabaklar Mah. Cumhuriyet Cad. İnci İş Merkezi No: 32 / 32 Bolu   Tel:   Faks: