Kullarına rahmet ve bereket ihsan eden,. onları emin kılan Selâmette olan, selâmette kılan
Resulullah buyuruyor:
"Ey Allah'ım! Sen Selam'sın; Selâm yalnız sendedir. Ey ikram ve celâl sahibi olan! Sen ne yücesin."
Canlı cansız her şeyi, yokluktan varlığa sâlimen çıkaran Allah, kendisine iman ederek istikamet üzere ömür süren kullarını da kabir ve mahşer safhalarından sâlimen geçirerek ‘Dârü’s-Selâm’ olan Cennetine ulaştıracak ve orada bu bahtiyar kullarına ‘Selâm’ diye hitap etmekle, bütün dert ve çilelerden, hastalık ve musibetlerden sâlim bir hayat süreceklerini müjdeleyecektir.
Bu müjdeye mahzar olmak isteyen bir kul, kalbini her türlü şüphelerden, aklını sapık fikirlerden, dilini yanlış sözlerden, midesini haram lokmadan, kısacası hem ruhunu, hem de bedenini sonu azap olacak şeylerden uzak tutmaya çalışacaktır. Zaten, Müslüman denilince, ‘Allah’a tam teslim olmakla bu selâmete erişmiş bahtiyar kul’ anlaşılır.
Selâm ismi, bizi Dârü’s-Selâm’a çağırır ve o âleme uygun bir hayat geçirmemizi ihtar eder
* * *
SELAM OLSUN
Bu dünyadan gider olduk
Kalanlara selam olsun
Bizim için hayır dua
Kılanlara selam olsun
Ecel büke belimizi
Söyletmeye dilimizi
Hasta iken halimizi
Soranlara selam olsun
Tenim ortaya açıla
Yakasız gömlek biçile
Bizi bir asân vechile
Yuyanlara selam olsun
Azrail alır canımız
Kurur damarda kanımız
Yuyacağın kefenimiz
Saranlara selam olsun
Selâ verile kastımıza
Gider olduk dostumuza
Namaz için üstümüze
Duranlara selam olsun
Dünyaya gelenler gider
Hergiz gelmez yola gider
Bizim halimizden haber
Soranlara selam olsun
Miskin Yunus söyler sözün
Yaş doldurmuş iki gözün
Bizi bilmeyen ne bilsin
Bilenlere selam olsun
Yunus EMRE
ARAMIZDA SEVGİ VE BARIŞ DOKUNUŞU SELAMI YAYALIM
* * *
KUR’AN DİLİYLE DUA
Sevgili Peygamberimiz s.a.s.’ın duası: “Rabbim! Gireceğim yere doğrulukla girmemi
sağla, çıkacağım yerden de doğrulukla çıkmamı nasip et
ve benim için kendi katından yardım edici bir kuvvet ver.”
(İsra,17/80)
PEYGAMBER DİLİYLE DUA
“Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Allah Teâlâ Âdem a.s.’ı yaratınca ona: – Git şu oturmakta olan meleklere selâm ver ve senin selâmına nasıl karşılık vereceklerini de güzelce dinle; çünkü senin ve senin çocuklarının selâmı o olacaktır, buyurdu. Âdem aleyhi’s–selâm meleklere: – es–Selâmü aleyküm, dedi. Melekler: – es–Selâmü aleyke ve rahmetullâh, karşılığını verdiler. Onun selâmına “ve rahmetu’llâh”ı ilâve ettiler. ”
Buhârî, Enbiyâ 1; İsti’zân 1; Müslim, Cennet 28
* * *
BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?
Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı Bilgilendirme, www.diyanet.gov.tr
*Taksitli olarak zekât verilebilir mi?
-Asıl olan kişinin üzerine terettüp eden zekâtı ödemesidir. Bu itibarla, zekât bir defada ödenebileceği gibi, taksitle de ödenebilir.
*Zekât vermenin belirli bir zamanı var mıdır?
-Zekât vermenin belli bir zamanı olmayıp, farz olduğu andan itibaren verilmesi gerekir. Bunun için belli bir ayı veya Ramazanı beklemeye gerek yoktur. Zekât vermekle yükümlü olanların, yükümlü oldukları andan itibaren en kısa zamanda zekâtlarını vermeleri uygun olur.
*Ticaret malının zekâtı kendi cinsinden ödenebilir mi?
-Ticaret mallarının zekâtı, malın değeri üzerinden hesaplanıp parayla verilebileceği gibi, malın kendi cinsinden de verilebilir.
*Ticaret malının zekâtı neye göre hesaplanır?
-Kâr amacıyla alınıp satılan mallara “ticaret malları” denir. 80.18 gr. altın değerinde
ticaret malına sahip olan kişinin, bu malın elde edilmesinin üzerinden bir yıl geçmesi halinde, kırkta bir (%2,5) oranında zekâtını vermesi gerekir. Zekât, ileride elde edilmesi muhtemel kârdan değil, mevcut sermayeden ödenmesi gereken mali bir ibadettir. Bu itibarla, ticaret malının zekâtı verilirken, kârsız olarak zekâtının verildiği tarihteki değeri esas alınmalıdır.
*Alacakların zekâtı nasıl verilir?
-Geri ödeneceği kesin olan alacakların, her yıl alacaklı tarafından zekâtlarının ödenmesi gerekir. Alacak tahsil edilmeden önce zekâtı verilmemişse, tahsil edildikten sonra, geçmiş yıllara ait zekâtlar da ödenmelidir. İnkâr edilen veya geri alınma ihtimali olmayan alacakların her yıl zekâtının verilmesi gerekmez. Şayet böyle bir alacak daha sonra ödenirse, alacaklı bu tarihten itibaren zekât mükellefi olur; geçmiş yıllar için zekât ödemez.
* * *
Barışın Anahtarı: Selamlaşma
Ebu Hüreyre’den nakledildiğine göre Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (tam) iman etmiş olmazsınız. Size, yaptığınız zaman birbirinizi sevmenizi sağlayacak bir şey önereyim mi? Aranızda selamı yayınız.” (Müslim, İman, 93.)
A rapçada barış, esenlik ve selamet gibi anlamlara gelen “selam” kelimesi, Kur’an’ın nazil olduğu dönemde Arap toplumunun birbirleriyle selamlaşmada kullandıkları temel bir kavramdı. Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde değişik anlamlarının yanı sıra, insanların birbirine selamı (Nisa, 4/94; Enam, 6/54.), meleklerin insanlara selamı (Ra’d, 13/24; Nahl, 16/32; Zariyat, 51/25.), cennetliklerin birbirlerine selamı (Yunus, 10/10; A’raf, 7/46.) gibi kullanımları da yer alır. Allah’ın güzel isimlerinden biri “es-Selam” (Haşr, 59/23.), cennetin bir adı “Daru’s-selam” (esenlik yurdu)’dır. (En’am, 6/127; Yunus, 10/25.) Bir rivayete göre Allah, Hz. Âdem’i yarattığı zaman, meleklere selam vermesini ve onların vereceği karşılığı dinlemesini emretmiş, akabinde de, “İşte bu senin ve soyundan geleceklerin selamıdır.” demişti. Hz. Âdem’in “es-selamü aleyküm”üne karşılık melekler “aleyke’s-selam ve rahmetullah” şeklinde karşılık vermişlerdi. (Buhari, İsti’zan, 1.)
Selamlaşmak, insanlar arası iletişimin anahtarıdır. Bu yolla birbirlerine iyi dileklerini sunan insanlar, iletişimde ilk olumlu sinyali vermiş ve diyalog kapısını açmış olurlar. Selamlaşabilen kimseler zımnen, aralarında bir dargınlık, kavga ve anlaşmazlık bulunmadığını, yani barış içinde olduklarını ifade etmiş olurlar. Bunun önemini çok iyi bilen Peygamber Efendimiz’in, Medine’ye hicretinde insanlara yaptığı ilk tavsiyelerden birisi “selamı yayınız” talimatı olmuştur. (Tirmizi, Sıfatü’l-Kıyame, 42.) O, bununla, farklı unsurlardan oluşan Medineliler arasında barış ve güven ortamının oluşmasını ve “selam” kelimesinin temel anlamı olan barışın toplum içinde kökleşmesini amaçlamıştır. Cenab-ı Hak da, “size bir selam verildiğinde, ondan daha güzeliyle selamlayın veya aynısıyla karşılık verin…” (Nisa, 4/86.) buyurarak, sevgi ve saygının sembolü olan bu iyi dilek teâtîsinin önemine işaret etmiştir.
Allah'ın rahmet, bereket ve esenliğinin karşımızdaki insan üzerine olmasını dilemek ve ondan da aynı dilekleri almak birbirimize pozitif enerji yüklemektir. Bu enerji ile başlayan iletişim, daha sonra iyi ilişkilere ve kalıcı dostluklara kolaylıkla dönüşebilir. Onun için Sevgili Peygamberimiz, tanıdığa da tanıdık olmayana da selam vermeyi İslam'ın güzel bir hasleti olarak nitelemiş (Buhari, İman, 6.), selama karşılık vermeyi Müslümanın görevleri arasında saymıştır. (İbn Mace, Cenaiz, 1.) Bu yüzden, başta ailesi olmak üzere, hem uygulayarak hem de teşvik ederek bu güzel hasletin toplum içinde yerleşmesini sağlamış, kadın-erkek, büyük-küçük ayrımı yapmadan herkese selam vermiştir. Onun, kızı Hz. Fatıma'ya, "merhaba kızım" diye hitap ettiğini, amcası Ebu Talib'in kızı Ümmü Hâni yanına geldiğinde onu 'merhaba Ümmü Hâni' diye selamladığını biliyoruz. (Buhari, Edeb, 98.) Enes b. Malik’in bildirdiğine göre Hz. Peygamber, oyun oynayan çocukların yanından geçerken onlara selam vermiş (Ebu Davud, Edeb, 147.), Esma binti Yezid’in haberine göre de, kendisinin de içinde bulunduğu kadınlar topluluğuna uğradığında onları selamlamıştır. (İbn Mace, 14.) Yaşayanların yanı sıra, kabir ziyaretlerinde, ölülere de selam vererek Allah’ın rahmet ve esenliğinin onlar üzerine olmasını dilemiştir. (Ebu Davud, Cenaiz, 83.)
Bireysel hayat tarzının egemen olduğu günümüzde, çok katlı apartmanlarda, aynı mekânda yüzlerce evi barındıran devasa sitelerde birbirimizi tanımadan, tanışmadan, selamlaşmadan, birbirimizin yüzüne bile bakmadan yıllarca yaşayıp gidiyoruz. Sanki dağ başında tek başına yaşayan bir insan gibi, komşularımız olduğu hâlde komşuluğun ne olduğunu bilmeden, kapı komşumuzun hastasından, ölüsünden haberdar olmadan üstelik bundan da rahatsızlık duymadan günlerimiz gelip geçiyor. Tanışıp bilişmediğimiz için birbirimizden korkar hâle geldiğimiz ve bu yüzden yüksek duvarlarla ileri teknoloji ürünü güvenlik sistemleri ve özel korumalarla güvenliğimizin sağlandığı modern sitelerde, kendi ellerimizle ördüğümüz görünmez duvarların da yardımıyla bütün insani ilişkileri asgariye indirmiş durumdayız. İşte selam, bu duvarları yıkmak, insanı insan olduğu için kucaklayan, mensuplarını bir bedenin uzuvları gibi gören (Buhari, Edeb, 27.) bir dinin, huzurlu toplum idealini gerçekleştirmek için önerdiği tılsımlı bir şifredir.
Amaç bir iletişim ve sıcaklık sağlamak olduğuna göre selamlaşmada kullanılan lafızlara takılmak yerine, ondan elde edilecek sonucu dikkate almak daha önemlidir. Şüphesiz, İslam kültüründe sembol hâline gelmiş ve Allah’ın selam, rahmet ve bereketini dilemeyi ifade eden geleneksel selamımız son derece güzel ve anlamlıdır. Ancak günümüzde farklı kültür ve alışkanlıklara sahip insanların bir arada yaşadıkları dikkate alınırsa, toplumda sıkça görülen değişik selamlama biçimlerini kullanmak da selamlaşmanın amacına hizmet edecektir. Dolayısıyla, yerine göre, “merhaba”, “günaydın”, “hayırlı sabahlar”, “iyi günler”, “iyi akşamlar”, “hayırlı geceler” gibi selamlama kalıplarının kullanılması ve selam verenin tercih ettiği kalıba göre karşılık verilmesi, iletişimin sağlıklı olması bakımından önemlidir. Avrupa ülkelerinde bulunan yurttaşlarımız, aynı ortamı paylaştıkları yabancılarla karşılaştıklarında çoğu zaman onların güler yüzle selam verdiklerine şahit olmuşlardır. Belki de ilk defa karşılaştıkları bu insanların, din, dil ve ırk farkına bakmadan sergiledikleri bu sevecen tutumun, muhatabları üzerinde olumlu bir intiba bıraktığı inkâr edilemez. İşte Sevgili Peygamberimiz de, muhatap üzerinde doğurduğu bu olumlu etkiden dolayı selamlaşmayı teşvik etmiş, selamı önce verenin faziletine işaret ederek, (Ebu Davud, Edeb, 144.) insanlara karşı güler yüz göstermeyi sadaka olarak değerlendirmiştir. (Tirmizi, Birr, 36.)
İnsanların birbirlerini sevmeleri ancak birbirlerini tanımalarıyla mümkündür. “Kişi bilmediğinin düşmanıdır.” sözü bunun için söylenmiştir. Tanımak için iletişim kurmak gerekir. İletişimin kapısı da selamla açılır. Allah elçisinin ifadesiyle insanların birbirlerini sevebilmelerinin yolu buradan geçer ve kişilerin Allah için birbirlerini sevmeleri de imanlarının bir göstergesidir. Karşılıklı sevgi ve saygı ise anlaşmazlıkların ve düşmanlıkların panzehiridir. O hâlde selamlaşma barışın anahtarıdır.
* Bu yazı, Diyanet Aylık Dergi'nin Haziran 2007, 198. sayısında yayınlanmıştır
Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi
(Diyanet Aylık Dergi, Temmuz 2012)